Selçuk Türkmen, hselcukturkmen@gmail.com
Yaklaşık bir yıl önce kısa bir Kişinev gezisinden döndüğümde, izlenimlerimi soran arkadaşlarıma kestirme bir yanıt vermiştim: Gitmezseniz çok şey kaçırmazsınız. Sovyet ve postsovyet gerçekliğin hemen her türünden merak, ilgi ve büyülenme karışımı bir duyguyla etkilendiğim halde, o zaman gerçekten Kişinev’den etkilenmeden döndüğümü düşünüyordum. Bir yıl sonra, pek de öyle olmadığını ayrımsıyorum.
Moldova, uluslararası ilişkiler yazınında işlevini yitirmiş devlet (failed state) olarak tanımlanan ülkelerden biri. Avrupa’nın en fakir ülkesi olmasının yanısıra, doğusunda 1991 yılından bu yana fiilen bağımsız olan Transnistria (Transdniyester) sorunu da deyim yerindeyse Moldova’nın elini kolunu bağlıyor. Kötü ekonomi ve donmuş sorunlara kaçınılmaz olarak eşlik eden en önemli gündelik yaşam sorunsalıysa güvensizlik. Moldova’ya ilişkin okuyacağınız gezi yazıları ve önerilerinde güvenlik konusu hemen karşınıza çıkar: “Taksilere dikkat edin, polis rüşvetine hazırlıklı olun” klişeleriyle başlayıp süren uyarılar. Bu klişelerde doğruluk payı yüksek olsa da, ben bu tür sorunlarla karşılaşmadım. Ancak dönüşte uçağı beklerken, kirli sakalı bahane edilerek birkaç saat gözaltında bekletilip parasına el koyulmaya çalışılan bir işçinin öyküsünü kendisinden dinlediğimi belirtmeliyim. Buna ek olarak, birkaç gün üstüste gidince arkadaşlık kurduğum bir kafe baristası da dışarıda sigara içerken paramdan olmak istemiyorsam polislere dikkat etmem konusunda öğüt vermişti. Çok fazla kullanmadım ama taksiler konusundaysa şanslıydım, sorun yaşamak bir yana, somurtkan bir taksiciye bile denk gelmedim.
Sanırım, güvenlik çoğu zaman birçok kaygıdan önce geldiğinden olsa gerek, Kişinev dönüşü izlenimlerimin çok iyimser olmadığını düşünüyordum. Aradan hayli zaman geçince, yazının başında belirttiğim gibi belleğimde Kişinev’in güzel yönlerini öne çıktığını ayrımsıyorum. Şimdi biraz bunlardan bahsedeyim.
Eğer Sovyet dönemi propaganda afişleri, yazın, sinema ve günlük yaşam ilginizi çekiyorsa, Kişinev de ilginizi çekecektir. Burada, aradan geçen 25 yıla karşın, hala Sovyet havası soluyabilirsiniz. Yapılar, caddeler, müzeler ve parklar bu havanın ayrılmaz parçaları. Sovyet sonrası ülkelerde işlevsiz, başıboş bırakılmış birçok kuruma rastlamak sıradanken, bu duruma hiçbir zaman uymayan iki kurum hemen dikkatinizi çekecektir: opera binaları ve müzeler. Müzeler bakımsız olabilir, saman kağıdı biletinizin arkasında altmışlardan küçük puntolu bir tarih görmeniz olasıdır, fotoğraf çekimi eğer serbestse ücretli olabilir (bu kuralı, “belirtilen ücret genel fotoğraf çekim ücreti mi yoksa bir poz ücreti mi?” gibi bir tartışmaya girerek esnetmeye çalışabilir, müze görevlileriyle küçük bir tartışmaya girerek Rusçanızı geliştirebilirsiniz), ancak müzeye verilen değeri ilk andan anlarsınız. Kişinev’de Ulusal Tarih Müzesi görülmeye değer. Stefan Cel Mare parkının hemen arkasındaki en güzel binayı arayın. (Moldova’da resmi yapıların fotoğrafını çekmek yasak, fotoğrafta tarih müzesini çekerken telaşla dışarıya çıkmış olan müze görevlisini görebilirsiniz). Ancak, tarih müzesinden daha çok görülmeye değer yer, müze haline getirilmiş Puşkin Evi. Anton Pann caddesinde yer alan bu küçük ev, kentin kuzeybatı yönüne yirmi dakikalık yürüme gerektirir ve internetten yol tarifiyle bulmak, bulsanız bile kapıdaki küçük tabelayı farketmek mümkün olmayabilir. Bir taksiciye cadde adı ve Puşkin Evi anahtar sözcüklerini söylerseniz götürecektir. Puşkin’in 1820-23 yılları arası sürgünde yaşadığı ve yazınsal olarak hayli verimli olduğu bu evde sizi (eğer geçen kısa sürede değişmediyse) oldukça yaşlı müze görevlileri karşılayacaktır. Dışarıdan kapalı görünebilir, kapıyı çalıp şansınızı deneyin. Ben gittiğimde büyük bir bölümü tadilatta olduğu halde, biraz dil dökerek hemen hemen tümünü gezebildim. Meraklıları için, Zakharov ve Asafyef’in operaya uyarladığı Bahçesaray Çeşmesi (Bakhchisarayski Fontan) şiirinin karalama defterlerinin burada olduğunu söylemeliyim.
Moldova’nın Avrupa’nın en fakir ülkesi olduğundan söz etmiştim. Çoğu zaman, postsovyet ülkelerdeki keskin gelir eşitsizliği ve yasadışı ekonomi, kentlerin en gözde yerlerinde vakit geçirip dönen gezginleri yanılgıya düşürebilir. Haftasonu gündüzleri kent meydanında açılan pazarı gezmek gerçekle yüzleştirecektir. Başka postsovyet kentlerde de sıklıkla rastlayabileceğiniz pazarların en ilginç örneklerinden birine Kişinev’de tanık olabilirsiniz. Gördüğüm diğer postsovyet pazarları gerçekten pazar denebilecek yerlerdi: çoğu zaman dükkanlarla iç içe geçmiş yer sergileri ve tezgahlar, hareketlilik ve kalabalık. Ancak Kişinev’deki pazarı anlatmak için başka bir sözcük üretmek gerekir. İşi aslında esnaflık olmayan insanların yol kenarlarına açtıkları yer sergileri ve bunların üzerinde aklınıza gelebilecek her şey: yemekler, kullanılmış tabak, çatal, bıçak, küflenmiş demir parçaları, vidalar, çiviler, teller, bozuk radyolar ve yine kullanılmış giysiler. Kültür mirası demek hoş olmaz, ancak böyle bir pazarın yakın gelecekte kaybolacağını ya da başka bir şeye evrileceğini kestirmek güç değil. Dolayısıyla, bu açıdan da görülesi.
Bitirirken, internette fazla yer almayan pratik bilgilere hızlıca değineyim. Rusça lingua franca ve Rusça konuştuğunuz için yadırganma kaygısı yaşamanıza gerek yok (kimi postsovyet kentlerde bu dikkate alınması gereken duyarlı bir konu). İngilizce sadece bar, pub ve kafelerde, o da temel düzeyde işinize yarayabilir. Her türlü konaklama olanağı bulabilirsiniz, genel olarak apartlar beklentinizin üstünde, otellerse altında olacaktır. Kent oldukça planlı, kolay öğrenilebilir ve kolay yürünebilir. İnsanlar yardımsever, herhangi bir yabancı düşmanlığı izlenimi edinmedim. Gastronomi düşkünleri için iyi haberler veremeyeceğim, yüzünüzü güldüren tek şey şarap çeşitliliği, kalitesi ve ucuz fiyatlar olacaktır. Gezi planlarınızı kentin tümünün birkaç gün içinde rahatlıkla gezilip görülebileceğini dikkate alarak ve en azından bir gününü haftasonuna denk getirerek yapmayı unutmayın.