Seçil Bozdağ, secilbozdag@gmail.com
Neye ihtiyacın olursa bir şekilde önüne çıkan, her isteğe uygun keyif ve eğlence anlayışını mümkün kılan, insanların daima güler yüzle dolaştığı, kendilerini güvende hissettiği, herkesin kimliklerinden ve yargılarından sıyrıldığı ve sadece kendileri gibi davrandığı bir yerde olmak ister misiniz?
Sadece bir haftalığına kurulan bir şehir Black Rock City (BRC) ve en önemli özelliği herkesin isteğine uygun hale gelebilmesi. Kim neyi görmek isterse onu yaşar, neyi yaşamak isterse onu deneyimler, neyi deneyimlemek isterse onu görür. Her gidenin ardında muhteşem anılar bırakmasının ardındaki gizem budur (istisnalar kaideyi bozmaz).
İki yıl önce hayatın getirdiği sürprizler sayesinde kendimi BRC’de buldum. Burning Man hikayem aslında Londra’daki Burner (Burning Man müdavimleri) topluluğu ile tanışmam ile başlıyor. İstanbul’a dönüşüm sonrası o ekipten bir arkadaşımın ‘hadi’ demesiyle de gerçek oluyor. Bazen öyle bir halde olursunuz ki sadece size sunulan tekliflere kapınızı açıp ‘vardır bir hayır’ dersiniz ya, öyle düşünmeden tamam dediğim bir teklifti aslında. Londra’dan Türkiye’ye dönmüştüm; çalışmadığım için zamanım, Londra’daki işimden birikmiş param vardı. Halihazırda bütün organizasyonu planlamış bir ekibe dahil olmak benim için sadece ‘tamam’ demeyi gerektirecek kadar kolay oldu.
Burning Man, hakkında kulaktan dolma bilgilere sahip olduğum, ancak gerçekten ne olduğunu bilmediğim bir yerdi. Birçoğunuz gibi ben de sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla herkesin garip garip giyinip çılgınca partilediği, eğlencenin dibine vurduğu bir festival zannediyordum ve geçirdiğim dönem itibariyle hiç de festival havasında değildim. Ardında görünmeyen, gizemli, ve çok daha büyük tecrübeler barındıran mucizevi bir alan ve bir kültür olduğunu gitmeye karar verdikten sonra ve hatta orada yaşadıklarımla öğrenecektim. Bugün bu anılarımı tekrar izlediğimde sanki ordaki ben değilmişim gibi hissettiren, herkesin mutlaka deneyimlemesini dilediğim çok özel bir alan Burning Man.
Baştan söyleyeyim, eğer Burning Man’in partileri ve DJ’lerini okumak istiyorsanız, bu yazı size uygun değil. Bu yazıyı yazmamın sebebi benim hikayemi, yani sosyal medyada görünen ötesindeki Playa’yı (BRC’deki alana verilen ad) anlatmak; tecrübelerimin ve kelimelerimin yettiği kadar.
Burning Man’a hazırlık
Öncelikle şunu bilmeniz gerekiyor ki; yokluğa gidiyorsunuz! Ama şunu da eklemem gerekiyor ki yokluk içinde varlığı göreceksiniz 🙂
Benim hazırlık sürecim uçak biletlerimi almak ve kostümlerimi hazırlamaktı. ABD vizem vardı, bavulu hazırlayıp uçağa binecek, Londra’da aktarma sırasında arkadaşımla buluşacak, San Francisco’dan arabamızı kiralayıp alışverişimizi yapacak ve Nevada’ya ulaşacaktık. Eğer benim gibi yancı olacak kadar şanslı değilseniz tüm bunların organizasyonu için iyi bir planlama yapmanız gerekiyor. Yanınızda bir Burner olsa da bir Virgin (ilk kez Burning Man’a gidenler) de olsanız Burning Man’in en önemli kısmı hazırlık aşaması. Aşağıdaki tabloda hazırlık için yapmanız gerekenlerin detaylı bir listesi mevcut.
Burning Man macerasında ikinci şansım erken giriş bileti almamdı. Eğer şehrin nasıl inşa edildiğini görmek istiyorsanız yapmanız gereken tek şey oradaki sanat ekiplerinden birine dahil olmak ve görsel şölenin kurucu parçası olmak. Bunun için çevrenizdeki Burner’larla iletişime geçebilir, sosyal medyada bulunan gruplara dahil olabilir veya resmi siteden yardım alabilirsiniz. Gerçek bir Burning Man deneyimi yaşamak istiyorsanız bu kısmı kaçırmamanızı önemle tavsiye ederim.
Burning Man’e gidiş
Şu ana kadar ne kadar şanslı olduğuma inandıysanız bu fikri değiştirmenizin zamanı geldi. Çünkü hayat kendi dengesiyle geliyordu ve bazen size bazı şeyleri ne kadar istediğinizi anlamanız için beklenmedik senaryolar yazıyordu. Arka planda bu organizasyonlar yapılırken ben kendimi küçük bir operasyon diye girdiğim ameliyathanede açık operasyona hazırlanırken buldum. San Francisco uçuşuna on beş gün vardı; bu süre küçük bir operasyon için sorun değildi ama açık ameliyat demek risk demekti. Maalesef ameliyat sonrası beklenmedik olumsuz gelişmeler de oldu ve bu on beş günü neredeyse ayağa bile kalkamadan geçirdim. Ameliyatın iyileşme sürecinin yanı sıra uzun süre yatmaktan kaslarım zayıflamış, yürürken acı çeker hale gelmiştim. On beş gün boyunca yattığım yerden hazırlıklara devam ettim. Daha doğrusu hazırlanmak için yardım istedim. Hayat bana yardım istemeyi öğretiyordu, zorla, acıyla. Çevremdeki herkesten ışıklı, süslü aksesuarlar toplamaya başladım. Oradaki insanlarla paylaşmak için kendi yazılarımdan derlediğim cümlelerden kartlar dizayn edip bastırdım (Serendipity Cards). Benim yatak döşek olmam dışında her şey yolundaydı. Yakın çevrem nasıl bir yere gittiğimi bilmiyordu, Londra’daki arkadaşlarım ise benim durumumun ciddiyetini… Ben de bir şekilde gideceğimden emin olduğum için şüphe çeken hiçbir durum yoktu. Ta ki havaalanına kadar…
Aktarmalı iki uçuş yapacaktım ve ayakta zor duruyordum. Havaalanına varınca ilk işim tekerli sandalye istemek oldu. Uçuş için biletlerimi almak için kontuarlara gittiğimde ağrım olduğunu ve uçuşlar arasında desteğe ihtiyacım olduğunu söyledim. İlk defa böyle bir ihtiyacım olduğu için prosedürden haberim yoktu. Meğer havayolu şirketinin tıbbi ekibinden onay alınması gerekiyormuş ve ben ağrım olduğunu söylemiş bulunduğum için bu onay çoktan alınamamıştı. Bekledim, bir daha gittim, olmuyordu, bir şekilde onayı alamıyorduk.
Tam Hollywood filmlerindeki sahne değil mi? Kızın Burning Man’e gideceğini biliyoruz ama terslikler üst üste geliyor ve uçağa binemiyor mu yani? Nasıl olacak da gidecek? İşte ben de tam bu haldeydim. Durdum, nefes aldım. Bir şey vardı. Gideceğimi biliyordum, ben yatarken bile her şey bir şekilde bana gelmişti, oraya gitmem için, herşey kendiliğinden gelmişti, hem heveslendirip hem niye yüzüstü bırakıyordu ki hayat, ben istememiştim bile.. İşte bu cümle.. Ben istememiştim bile.. İstemeliydim.. Neden Burning Man’e gitmek istediğimi sıraladım içimden, ne kadar sürdü bilmiyorum ama liste tamamlandığında bir nefes daha aldım ve tekrar gittim kontuara. Stresten ağrım kalmamıştı, o uçağa binecektim. Kontuardaki kadın tekrar tıbbi ekibi aradı, kendilerince bir şeyler konuştular ve bir anda bileti hazırlayıp önüme koydu. Tamamdı, artık her şey artık tamdı. Annemle vedalaşıp tekerlekli sandalyemle uçağa doğru yol aldım.
Playa’ya gidene kadarki kısım benim için ağrılarım ve jetlag nedeniyle pek keyifli geçmedi. O zamandan hatırladığım en önemli şey, arkadaşlarımın beni görünce “nereye gittiğinin farkında mısın?” demesine karşılık “çöl beni iyileştirir” diye verdiğim cevaptı, ve öyle de oldu.
Playa!
Hayatımda ilk kez Amerika’daydım, hayatımda ilk kez bir festivale gidiyordum ve hayatımda ilk kez çöl görüyordum. Ameliyat yaramda bir bandaj vardı ve bisiklete binmek bir yana ben hala yürüyemiyordum. Bu yüzden bana bisikletlerin arkasına takılan çocuk arabalarından aldık. Arkadaşlarım beni onunla taşıyıp gezdireceklerdi, ne plan ama! Neyse ki fiziken küçük olduğumdan o arabalara sığabiliyordum 🙂
İlk üç günümüz şehrin kurulmasını izlemek ve bizim ekibin işi olan bir labirenti kurmakla geçti. Ağır iş yapamasam da ekibin su, yiyecek ihtiyacını karşılamak ve süslemelerle ilgilenmek temel görevim olmuştu. Önemli not, Burning Man’de en önemli ihtiyacınız su, dehidrasyona maruz kalmamak için susamasanız da sürekli su içmeniz şart. Ve tabii ki aynı oranda da tuvalete gitmeniz. Şehrin her yerinde ortak tuvaletler var ve düzenli olarak temizleniyorlar. Aşırı hijyenik birinin Playa’ya gelmeyeceğini varsaydığımızda, tuvaletlerin gayet kullanılabilir olduğunu söyleyebilirim. Ama duş servisi veren kampları saymazsak, kampınızda duş olması önemli ve kendi suyunuzu kullanmanız gerektiğini de hatırlatmak isterim.
Ben Playa için çalışırken Playa da benim için çalışmaya başlamıştı. Üçüncü günün sonunda bandajımı çıkarmıştım, yürümem daha iyiye gidiyordu ama hala bisiklete binemiyordum, yani hala birilerinin beni taşımasına ihtiyacım vardı. İçki içmediğim için ve hala iyileşme sürecinde olduğum için geceleri erken yatıyor, sabahları erken uyanıyordum. Bir kısım benim gibi güneş doğuşuna uyanırken bir kısım insan da geceyi yeni bitirmiş uyumaya gidiyordu. Kim olduğu farketmeden herkes günaydın kucaklaşmaları ve sohbetleriyle on dakikalık yolu yarım saatte gidiyordu. Çünkü orada garip olan selam vermemek, sohbet etmemek, gülümsememek. Olur da bir şekilde keyfin yerinde değilse, biri beliriveriyor hemen yanında, sanki derdini bilirmiş gibi, bir şey söylüyor, senin yaralarını sarıyor ve gidiyor. Gece kostümlerinde ışıklandırmalar ve Playa’nın her yerindeki muhteşem ışık şovlarını bir yana koyarsak, sırf bu nedenle bile Burning Man’in gündüzlerini daha çok sevmiş olabilirim.
İki gün daha bu şekilde geçti, birilerine bağımlı olmak ya da birilerini bağlamak rahatsız edici olmaya başlamıştı. Beşinci günün sabahı, kampın duş alanında ilk duşumu aldım (inanılmaz bir histi) ve kendimi yollara attım. Teslimiyet ve özgürlük tam olarak o gün yerleşti içime, kendimi gerçek bir Burner gibi hissediyordum. Ne kadar yürüyebileceğimden emin değildim, o zamana kadar arkadaşlarımla gezdiğim için daha Burning Man’in farkında değildim ve ne yapacağımı bilmiyordum. Yürüyebildiğim kadar yürüyüp arada da otostop çekerek kampların birbirinden ilginç arabalarıyla gezintiye çıktım. Playa’nın öbür ucuna kadar gittiğimde bir Türk arkadaşıma denk gelmeyi başardım. Şans gene benden yanaydı. (Önemli not: bildiğim kadarıyla Playa’da sadece ABD hatları çekiyor ve kullanılan bazı uygulamalar var ama ben telefonumu kapattığım için kimseyle teknolojik bir iletişimim yoktu. Bu nedenle yaklaşık 77 bin kişinin dolandığı 18 bin dönümlük alanda bir arkadaşınızı bulmak gerçekten mucizeydi.)
Bir gece orda kaldıktan ve karavanlarında lüksün tadını çıkardıktan sonra kampa geri döndüm, artık Burner’ların deyimiyle bir Burner olmuştum. Her şey çok güzel gitse de bisiklete binememek tatsızdı. Gidip Playa’da kaybolmak bütün sanat eserlerini görmek istiyordum ama maalesef bacaklarım izin vermiyordu. Çocuk arabasının içinde dolaşırken o günün mucizeler günü olacağından haberim yoktu. Burning Man’in olduğu orta alanda dolaşırken ve her zamanki gibi kartlarımı dağıtırken, biri benden kartlarımla ilgili ders vermemi istedi, ertesi gün ders için zaman ayarladık, çok heyecanlıydım, ilk defa kendim ürettiğim bir şeyi anlatacaktım, nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu, o anda nasıl geliyorsa öyle olacaktı. Biraz daha Playa’da dolaştıktan sonra kampları gezmeye başladık. Ben gene gittiğimiz kamplarda kart dağıtma halindeyken tanıştığım bir kişinin şifacıların ve enerji çalışmalarının olduğu kampta kaldığını söylemesi ve ertesi gün için bana birini ayarlaması günün ikinci mucizesi oldu. Küçük bir hediyenin insana nasıl fırsatlar yaratabileceğini de bu sayede öğrendim.
Ertesi gün önce ders, sonra enerji seansı derken artık eğlenmeyi hak etmiştim. O akşam arkadaşlarımla birçok kamp gezerek partilerin de tadına bakmış oldum. Sekizinci günün sabahı kalkar kalmaz bisiklete bindim ve ilk işim, güneşin doğuşunu izlemeye gitmek oldu. Gördüğüm en muhteşem doğa olaylarından biriydi. Çok farklı hissediyordum. Yaşadıklarıma inanmakta güçlük çektiğim kadar şükran doluydum. Artık Tapınak’a gidebilirdim. Tapınak Playa’nın en kutsal ve özel yeri. Oradaki herkesin bırakmak ve unutmak istediği her acıyı, kederi, kaybı, hüznü bir şekilde sembolize eden, bir sürü resmin, yazının, duanın yer aldığı bir alan. O alana gitmeye o zamana kadar cesaret edememiş, bir türlü adımımı atamamıştım. Ama o an gelmişti, hissediyordum, artık benim de vedalaşmam gerekiyordu. Kelimelerim yetse de ordaki hissi anlatabilsem ama yapamıyorum.
Sonraki üç gün bisikletin üstünde gezmekle ve kartlarımı dağıtmakla geçti. Tüm Burning Man boyunca toplamda 500’den fazla kart dağıttım. Kaç tane hediye aldığımı sayamadım ama bir ara aldığım kolyeleri ve bileklikleri üstümde taşımaktan ağırlaşmıştım. Bugün hala kartlarımı dağıtmaya devam ediyorum. O günden bu güne yaklaşık 2500 tane daha dağıtmış olmalıyım, artık hesabını tutamıyorum. Tanıdık tanımadık karşılaştığım insanlara karşılık beklemeden hediye dağıtmanın mutluluğunu yaşattığı ve bunu bir alışkanlık haline getirdiği için Burning Man’a minnettarım.
Burning Man’in en önemli anlarından biri Man’in yanmasıdır. Festival’in ismi de buradan gelir. Festivalin son Cumartesi gecesi herkes Playa’nın ortasında yer alan Man’in etrafında toplanır, sanat arabalarından müzik sesler yükselir, ateş şovlarıyla ve herkesin, her şeyin üstündeki ışıklı aksesuarlarla muhteşem bir ışık şöleni olur. Festivalin bitişinin ilk işareti olsa da büyük bir kutlamadır o an herkes için. Oraya kadar gelmiş, o şartlarda bir şekilde yaşamayı başarmış ve dünyanın en büyük festivaline katılmış olmanın neşesi, mutluluğu, coşkusu yayılır tüm alana.
Benim için daha önemli olan an Tapınak’ın yakılmasıydı. Pazar günü maceranın bitişiyle yüzleşmek ve her yere son bir defa bakmakla geçti. Son güneş doğuşu, son güneş batışı, son kucaklaşmalar, son hazırlıklar… Bitişlerin ve vedaların verdiği hüznün üstüne o gece Tapınak’ın yakılmasının ağırlığı da çökmüştü. Bir önceki gecenin coşkusu yerini koca bir sessizliğe bırakmıştı ve Tapınak’ın etrafında insanlar o derin sessizliğin içinde kaybolmuşlardı. Herkes oradaydı ama sanki hiç kimse yoktu. Tapınak’ın yanışıyla oraya bırakılan her türlü keder, acı unutulmak üzereydi ve herkes bir yandan içindeki bir parçayla vedalaşmanın sancısını çekiyor, bir yandan da tüm bu acılara rağmen içindeki kocaman sevgiyi hissediyor ve paylaşıyordu. Hayatta herkes bir şeylerle savaşıyordu ya, içerde veya dışarıda, ve her şeye rağmen bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk ya, işte Tapınak’ın yanmasıyla yükselen tam da bu şükran duygusuydu. Ateşler kül olana kaldar kaldım orada, kalkamadım yerimden. Ne kadar çok acı birikmişse içimde akması gereken, hepsini kül edene kadar oturdum. Sonra Tapınak’ın küllerini doldurdum çantama. Getirdim evimin bir köşesine koydum, unutulan acıların hatırına…
Playa Dünya’nın, Burning Man de hayatın mikro versiyonu bana göre. Burning Man bir hafta, hayat ise daha uzun süren bir varoluş sadece. Burning Man’i ister festival gibi ister seremoni gibi yaşayın, önemli olan oradaki deneyimi döndükten sonra hayatınızda da gerçekleştirmek. Her nerede yaşarsanız yaşayın, BRC’deki mucizeleri oraya taşıyabilirsiniz. Sadece her alanın sizin isteklerinize uygun hale gelebildiğini fark etmeniz yeterli.