Ali Açıkgöz, aliacikgz@gmail.com
“İnsanlara hakikati anlatacaksanız onları güldürmelisiniz; yoksa sizi öldürürler.”
Armando İannucci’nin 2017 sonunda gösterime giren Stalin’in Ölümü filmi bu sözü alıntılayarak başlasaydı herhalde şaşırmazdım. Siyasi hiciv (satir, taşlama) içeren filmleri hele bir de kara komedi öğeleri de içeriyorsa, belki de meslek hastalığı (siyaset bilimciyim) gereği sevmeye meyilliyim. Stalin’in Ölümü’nü de bir süredir izlemek istiyordum; temelde komik bir film olacağını beklemekteydim; ama bu kadarını hayal dahi edememiştim. Bu noktada bir uyarı yapmam gerekiyor: Film gerçekten karanlık ve izleyeni çıldırtırcasına korkunç. Üstelik de bütün sevimliliğine ve güzelliğine rağmen! Yani bu herkese göre bir film değil.
Filmi izledikten sonra bakındığımda filmin Rusya ve başka eski Sovyet ülkelerinde anti-Rus öğeler içerdiği ve “toplumu bölebileceği” gerekçesiyle yasaklandığını öğrendim. Daha sonra filmi insanlara tavsiye ettiğimde Türkiye’de de film üzerine yazılan çizilen şeylerden haberdar oldum. Özetlersem komünizmin Stalinist kanadını takip eden gruplar filmi hem ideolojik hem sanatsal iddialarla yerden yere vurup sağa sola laf yetiştirirken, Stalinist olmayan sol akımları takip edenlerse filmi ideolojik ve sanatsal iddialarla yerden kaldırıp sağa sola laf yetiştirmişler.
Tadını kaçırmak istemediğim için filmin içeriğine gerekmedikçe girmeyeceğim. Ancak, başlıktan da anlaşılabileceği üzere olaylar Stalin’in ölümünden hemen önce başlar; Stalin’e inme inmesiyle devam eder. Stalin’in ölümünün ardından ise Sovyet Politbürosu’nun yani hükümetinin geri kalanının arasındaki iktidar çatışması ve içeriden birilerinin tasfiyesiyle son bulur. Olaylar gündelik hayat akışı içerisinde sıradan olaylar olarak sunulur. Film su gibi akıp giderken, olaylar ve saçmalıklar birbirini kovalar. Ulaşılmaz bilgi kaynağı Wikipedia üzerinden yaptığım kısa bir araştırma sonucu, olayların filmin akışı içinde birkaç güne sığdırılmasına ve sunumdaki tüm absürdlüğe ve groteskliğe rağmen, tarihte yaşananları gerçeğe gayet uyumlu bir şekilde anlattığını fark ettim.
Filmi başarılı (en azından beni güldürmeyi başardı) bulmamın sebebi ise şu: Sovyet rejiminin “sınıfsız toplum” namına (1) çektirdiği çileleri yukarıda bahsettiğim gibi gündelikleşmiş yani “normalleşmiş” haliyle sunması. Filmin içerisinden baktığımızda “sınıfsız toplum” adına yapılanların sıradanlaşması, gündelikleşmesi, bürokratikleşmesi gibi olguları bunların filmin karakterleri açısından normalleştiği kadarıyla (ki olanlar gayet normaldir) çok net olarak görebiliriz. Filmin konu edindiği dönem ve yerde, George Orwell’in hem 1984’te hem de Hayvan Çiftliği’nde edebi açıdan gösterdiği gibi, tarihin araçsal olarak yeniden yazıldığı, insanların kendi günlüklerini bile resmi ideoloji namına sansürlediği, çocukların hayatta kalabilmek için ebeveynlerini gizli polise ihbar ettiği bir toplumsal ortam söz konusudur. Kimse hiçbir zaman güvende değildir. Her ne kadar “sistem” herkesi güven altına almışsa da taciz, terör ve ölüm her yerdedir. Sabah kalkıp tuvalete gitmek kadar günlük gerçekleşir. Alametlerin sistemik olduğu yerde kıyamet gündeliktir.
Peki böyle bir toplumsal gerçekliği anlatmak için neden absürde ve groteske ihtiyaç var? Neden bir şeyin saçma olduğunu kanırta kanırta göstermek (absürd), ya da bir şeyi tıpkı mağara duvarlarındaki resimler gibi sağa sola kazımak (grotesk) zorundayız? Yoksa “hakikatle” (kendisi her ne ise) yüzleşememek gibi bir sorunumuz mu var? Yoksa kahkahalarımız, yıllarının terörünün kurbanlarının yanmış cesetlerinin havaya savrulan külleri gibi, boşluğa savurduğumuz anılarımız mı?
(1) Kendini “Stalinist” olarak tanımlayan Slavoj Zizek “sınıfsız toplumun” mümkün olabileceğini ancak koşullarının totaliter terörü otomatik olarak dışlamayacağını söyler: https://youtu.be/YIpiXJW3dYE?t=10m38s. Burada şöyle bir nüans söz konusu: ekonomik büyüme, sınıf eşitliği, toplumsal sınıfsızlık otomatik olarak totaliterizme yol açmaz. Ancak özellikle “sınıfsızlaşma” söz konusu olduğunda toplumun topyekün (siyasal, ekonomik ve kültürel alanda) devlet aygıtlarınca kontrol altında alınması ve sınıfsızlaşmanın totaliter sonuca gidebilmesi gibi bir durum yaşanabilmekte.