Irmak Akman, irmak@de-da-dergi.com
Tarhan Hukuk Bürosu’ndan Avukat Olay Tarhan ile kadınların 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve aile hukuku çerçevesindeki haklarını, Güngör Hukuk Bürosu’ndan Avukat Gözde İşçi Güngör ile ise iş hukuku kapsamındaki haklarını konuştuk.
Avukat Olay Tarhan: Toplumumuzda şiddet o kadar fazla ki, bazı olaylar arada eriyebiliyor
Avukat Olay Tarhan ile Altunizade’deki bürosunda buluştuk. Tarhan, eşi Mahmut Tarhan’la birlikte boşanma ve aile hukuku alanında çalışıyor. İstanbul Barosu’ndaki Kadın Hakları Merkezi’nin avukatlara yönelik düzenlediği bir semineri tamamlamalarının ardından Baro bünyesindeki Adli Yardım Bürosu onlara Beykoz bölgesinde şiddet gören kadınların dosyalarını göndermeye başlamış. Adli Yardım Bürosu, avukat tutacak maddi imkanı olmayan kişilere ücretsiz avukat tayin ediyor.
Tarhan’la ilk olarak medyada da sık sık gündeme gelen ve yeterliliği sorgulanan koruma ve uzaklaştırma kararlarını konuşmaya başlıyoruz. Tarhan, 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 2012 yılında yasalaşmadan önceki dönemde 4320 sayılı kanunun olduğunu, ancak eski kanunun sadece aynı çatı altındaki aile bireylerine yöneltilen şiddeti kapsadığını, erkeklerin imam nikahlı eşlerine ya da sevgililerine gösterdiği şiddeti kapsamadığını anlatıyor. 6284 sayılı kanun ise aynı çatı altında olsun olmasın aile bireylerinin hepsini, kadınları, çocukları ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarını kapsıyor.
Kanun kapsamında koruyucu ve önleyici tedbirler adı altında iki çeşit tedbir yer alıyor. Acil durumlarda koruyucu tedbirlere başvuruluyor. Koruyucu tedbirleri Aile Mahkemesi hakimleri, kolluk amirleri ve mülki amirler verebiliyor. Kolluk amiri, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde şiddete uğrayan veya uğraması muhtemel kişiler ve beraberindeki çocuklar hakkında uygun barınma yeri sağlanması ve geçici koruma altına alınmasına karar verebiliyor. Mülki amir yine barınma yeri sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, şiddet mağdurunun hayati tehlikesi bulunuyorsa geçici koruma verilmesi, çocuklarına kreş imkanı sağlanmasına karar veriyor. Hakim tarafından verilebilecek koruyucu tedbirler arasında ise mağdurun işyerinin değiştirilmesi, müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri belirlenmesi, kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerin değiştirilmesi ve hakimin takdiriyle belirlenebilecek benzer tedbirler yer alıyor.
Önleyici tedbirler arasında ise şiddet mağduruna karşı belirli söz ve davranışlarda bulunulmaması, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsisi, korunan kişiye ve bulundukları yerlere yaklaşmaması, ruhsatlı silahını teslim etmesi, çocuklarla kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, sınırlandırılması veya kaldırılması, korunan kişinin yakınlarına, tanıklarına ve çocuklarına yaklaşmaması, korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi, alkol veya uyuşturucu bağımlılığının muayene ve tedavisinin sağlanması, boşanma davasına gerek olmadan velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması konularında karar verilmesi gibi tedbirler yer alıyor. Çok acil durumlarda uzaklaştırma kararı gibi bazı önleyici tedbirlere kolluk amirleri de karar verebiliyor.
6284 numaralı kanunun önemli birkaç özelliği var. Birincisi, verilen kararların süreli olması. “Bu yasa süreli, önleyici ve geçici tedbirler içeriyor. Siz durumunuza göre eğer başınıza gelen olay devam ediyorsa süresi bittikten sonra yeniden başvuru yapabiliyorsunuz,” diyor Tarhan. İkincisi, şiddet mağdurunun tedbir kararı için başvuru yapmadığı ancak polise yansıyan durumlarda, kolluk amiri şikayet olmasa bile tedbir kararı verebiliyor veya polis ya da cumhuriyet başsavcısı olayı Aile Mahkemesi’ne sevk edebiliyor. Üçüncüsü, aile mahkemesi hakimi, mülki amir veya kolluk amiri karar verirken şiddetin uygulandığına dair delil ve belge aramak zorunda değil. Kararlara iki hafta içinde itiraz edilebiliyor, yetkili mahkeme bir hafta içinde itirazı değerlendiriyor ve tedbir kararını iptal etmeye, korumaya ya da bir kısmını değiştirmeye karar verebiliyor. Kanun, tedbir kararının ihlal edilmesi durumunda ilk seferde üç ile beş gün, sonra 15 günle 30 gün arasında, toplam süresi altı ayı geçmeyecek şekilde zorlama hapsi cezasının verilebilmesini öngörüyor.
İtiraz mekanizmasına şüpheyle yaklaştığımı gören Tarhan, mekanizmanın gerekli olduğunu çünkü bazı nadir durumlarda yasanın suistimal edilebildiğini söylüyor. Kanser hastası, erkek bir müvekkilinin eşinin, müşterek konutlarını kendi üzerine tahsis ettirebilmek için koruma tedbir kararı çıkarttığını, ancak itirazları sonucu kararın iptal edildiğini anlatıyor.
Tarhan’a, kamuoyunda 6284 numaralı kanunun uygulanmasıyla ilgili şüphelerden bahsediyorum. Tarhan, uygulamanın yetersiz olduğu görüşüne tam olarak katılmıyor.
“Normalde artık kolluk kuvvetleri de, hekimlerimiz de bu konuda oldukça bilinçli. Daha sonra herhangi bir işlemle karşılaşmamak gereken neyse yapılıyor. Eskiden karakolu arıyorlardı. Ya siz barışın bir şey olmazsınız deyip kolluk gidiyordu. Bu örnekler çok fazlalaşıp bu yönde talepler hem medya vasıtasıyla, hem vatandaş, hem sivil toplum örgütleri, hem de barolar tarafından iletilince artık bu tavır çok nadir görülüyor. Aile şiddetinin önlenmesiyle ilgili bürolar başka. Sizin ifadenizi normal karakolda almıyor, sizi hemen o büroya yönlendiriyor. Çünkü oradaki polisler eğitimli, olayın ciddiyeti ve ivediliği öncelik olduğu için daha hızlı hareket ediliyor ve vatandaşa daha fazla öncelik gösteriliyor. Şimdi bu yasa olmasına rağmen ölen kadınlar da oluyor, bu yasayı kötüye kullananlar da oluyor, yasanın yetersiz kaldığı anlar da oluyor. Ben cezaevinden karısına tehdit gönderen de biliyorum, kocasını aldatıp bu yasayı sırf kocasına iftira etmek için kullanan da biliyorum. Ama genel olarak bence mağdur olana ciddi haklar veriliyor. Yerinde ve güzel uygulanırsa ve gerçekten hakkıyla uygulanırsa. Siz kendi durumunuzu doğru anlatabildiğinizde ve tabii ilgililerce doğru tespit edildiğinde. Ama kadın sığınma evlerinde de şiddetle karşılaşabiliyor. Şiddet toplumumuzun en büyük sorunu.”
Tarhan’a, Ocak ayında iki küçük kızını öldürüp intihar eden Ali Yardım’ı hatırlatıyorum. Anne Dilek Yardım Eylül 2017’de aile mahkemesinden 3 aylık koruma tedbir kararı almış, ama kararın çıkmasından dört gün sonra Ali Yardım Dilek Yardım’ı bıçakla tehdit etmişti. (Bazı haberlerde bıçakladığı ve yaralama davası açıldığı da yazıyor.) Bunun üzerine yedi gün zorlama hapsi yatmış, ama kararı ikinci defa ihlal etmişti. 15 günlük ikinci zorlama hapis cezasını ise, karar kendisine tebliğ edilemediği için yatmamıştı. Haberlerde çocuklarıyla ilişkisinin nasıl sınırlandığı konusu yeterince açık olmamakla beraber, görüşmek için çocuklarını karakoldan aldığı belirtilmiş.
“Şiddet o kadar fazla ki toplumumuzda. Bazı olaylar da eriyebiliyor arada. Yeterli olmuyor. Devlet evet bu kararı veriyor ama karşıdaki uygulamıyor. Siz ne kadar kaçırmaya çalışsanız da adam kafasına bunu takıyor ve takip ediyor. Kendi çocuğunu da öldürebiliyor. Gerçekten hasta ve yardıma muhtaç. Koruma dosyalarında çocukların durumu çok zor oluyor. Babaya uzaklaştırma alıyor. Bazı baba çaba sarfediyor görüşmek için, bazı baba çaba sarfetmiyor hiç umursamıyor yok oluyor. Bazısı da kadını zorlayıp tehdit etmek için görüşmek istiyor. Kaçıracağım diyor, kadına karşı en çok çocuk kullanılıyor. Burada olayın durumuna göre önleyici tedbirlerin ivedilikle verilmesi gerekiyor. Çocukla beraber baba ya da şiddeti uygulayan kimse, onunla beraber bir refakatçi. Bu bir pedagog olabilir veya bir aile büyüğü olabilir. Ama mesela o basına yansıyan o gencecik annenin iki çocuğunun öldürüldüğü dosyada babayla görüşme hiç verilmemeliydi. Kadının yeri ve kimliği değiştirilebilirdi.”
Tarhan, karşılaştığı bir başka olayı şöyle anlatıyor: “Ben çocuğuna defalarca cinsel istismarda bulunan adamın dosyasına da girdim. Anne sonradan farketmiş, çocuğun zihinsel geriliği var. Babanın defalarca çocuğa cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıkıyor. Bunu ortaya çıkarmak çok zor, öz babası, adam o akşam tutuklanıyor ve daha sonra ailenin diğer üyeleri kadını sürekli tehdit etti. Bizi de tehdit etti. Şikayetini çek, sen iftira atıyorsun, sen para için yapıyorsun, sen mal için yapıyorsun… Biz aile bireylerini şikayet ediyoruz rahat bırakmıyorlar. Kadın çocuğunun psikolojisini düzeltmeye çalışıyor sürekli, tedaviye Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ne götürüyor aynı zamanda. Orada terapi alıyorlar, eğitim alıyorlar çocuğu iyileştirmek için. Ve sonunda adam cezaevinde vefat etti. Ama kadının çok büyük çilesi vardı. Çok büyük bir mücadele verdi. Üç çocuğu yanındaydı. İhbar etti ve çocukcağızın ifadesi ve muayenesinde bu işin olduğu ortaya çıktı. Bu çok acı bir şey, bunu ispatlamak çok acı. Üstüne baba tamam o akşam tutuklandı gitti, boşanma davası açtı, aile sürekli tehdit ediyor ifadesini değiştirmesi için. Kadıncağız en sonunda yıldı gitti ifade verdi dilekçe koydurttu kızına ve kendisine. Neden, baskıdan. Tamam siz koruma alıyorsunuz, şikayet ediyorsunuz, sürekli polisi arıyorsunuz ama belli bir noktada insanlar dayanamıyorlar da. Ama mahkeme bu şikayetten vazgeçme dilekçesinin samimi olmadığına karar verdi, çok ciddi bir ceza verildi. Davaların şikayetten vazgeçmeyle düşmemesini sağlayacak yeni bir düzenleme de getirildi Türk Ceza Kanunu’nda.”
Hakimlerin ve diğer kamu görevlilerinin de tehditlere maruz kalıp kalmadığını soruyorum.
“Genelde hakimler o tehditlere aldırış etmiyorlar. Genel olarak şunu söyleyebilirim size. Hakimlerin, mahkemelerin yüzde 80’i mağdur olanın yanında. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda mağdurlara tanınan avukatlık da çok yaptık. Ben takip edip yapamıyorum 1.5-2 yıldır çocukla beraber o ceza hukuku avukatlığını. Orda ben çok çocuk dosyası aldım, mağdur çocuk dosyası aldım. Genelde hep çocuğun yanında oluyor.”
Kolluk birimlerinin ya da hakimlerin ihmali ya da hatalı kararı durumunda karşılaştıkları bir yaptırım olup olmadığını soruyorum.
“Bu ispatı çok zor bir şey. Bu düzgün ispatlanırsa tabii ki siz devlet tarafından devlet dairelerinde zarara uğradığınızda tazminat talep edebiliyorsunuz, haksız hapis cezalarında bile dava açabiliyorsunuz ama bunun ispatı çok zor. Mesela şu gibi bir durumda: Siz başvuruda bulundunuz. Dosyanızdaki belgelerde babanın defalarca şiddet uyguladığı, uyuşturucu kullandığı, çocuklarını dövdüğü, anneyi ölümle tehdit ettiğine ilişkin bilgi ve belgeleri sundunuz mahkeme hakimine. Buna rağmen hakim çocuklarla babanın görüşmesine karar verdi. Baba da aldı çocukları kaçırdı ve öldürdü. Dosyayla beraber siz daha sonra başvuru yaptığınızda tabii ki sorumlu. Ama somut dosyaları görmek lazım.”
“Evlilik içi tecavüzü ispatlamak çok zor”
Boşanma çok geniş bir konu, ama Olay Tarhan’dan kısaca bilgi vermesini rica ediyorum. Türk Medeni Kanunu’nda anlaşmalı ve çekişmeli boşanma olmak üzere iki tür boşanma olduğunu anlatıyor. Anlaşmalı boşanmada evliliğin en az bir yıldır devam ediyor olması, tarafların iradelerini hakim karşısında beyan etmeleri ve mali konularda ve çocukların velayeti konusunda mutabakata varmış olmaları gerekiyor.
Çekişmeli boşanma için ise özel ve genel sebepler olabiliyor. Özel sebepler arasında zina, hayata kast, fena muamele, alkol/uyuşturucu madde kullanması, suç işleme, haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı yer alıyor. Bunlar mutlak boşanma nedenleri oluyor. Dava genel sebepten, yani evlilik birliğinin taraflardan ortak hayat sürmeleri beklenemeyecek şekilde sarsılması gerekçesiyle açılırsa, nedenlerin açıklanması ve karşı tarafın kusurlu, davayı açanın ise kusursuz veya daha az kusurlu olduğunu ispatlaması gerekiyor. Bu çerçeve içinde sunulabilecek nedenler her evlilik için farklılık gösterebiliyor. “Cinsel uyumsuzluk olabilir, kültür farklılığı olabilir, aile bireylerinin size kötü davranması olabilir, aynı konutta beraber oturmaya zorlama olabilir, güven sarsıcı/sadakatsiz davranışlar olabilir, cinsel ilişkiden kaçınma olabilir. Ev işlerini yapmaktan kaçınma olabilir. Çocukların bakım ve eğitimiyle ilgilenmeme olabilir. Evlilik sırlarının başkasına anlatılması olabilir. Eşin ahlaksız hayat sürmesi olabilir. Herkesin önünde hakaret edilmesi olabilir. Çok geniş. Herkesin kültür seviyesine göre hakaret kabul ettiği söz ve davranışlar da farklılık gösterebiliyor. Nasıl ispatlayacaksınız? Telefon kayıtları, tanık beyanları, otel kayıtları, video kamera görüntüleri, görsel yazılı iletişim vasıtaları, maddi kaynaklara ilişkin kayıtlar…”
Ceza Kanunu’na göre de suç olan evlilik içi tecavüzün de bu nedenler arasında sayılıp sayılamayacağını soruyorum. “Kadınlar genelde boşanma davalarında ters ilişkiyi konu ediyorlar. Bize geldiklerinde özellikle eşin buna zorlamasını neden olarak yazıyoruz. Kadının birlikte olmak istememesinin ispatı çok zor ama yazıyorsunuz. Bunu başka şeylerle destekliyorsunuz.”
Çekişmeli boşanma davalarında, ya da boşanma kararının kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde karşı taraftan maddi/manevi tazminat talep edilebiliyor. “Bu evlilik birliği karşı tarafın kusuru nedeniyle biterse ve bunu ispatlarsanız, mevcut/muhtemel maddi menfaatlerinizin kaybını telafi etmek için maddi tazminata hükmediliyor. Evlilik birliğinin karşı tarafın kusuru nedeniyle bitmesi takdirinde, uğradığınız manevi zararlar, bu kusurlu davranışların size vermiş olduğu acı ve elemin karşılığında da manevi tazminata hükmediyor. Herkese göre maddi manevi tazminat rakamı değişiyor. Şimdi asgari ücretle geçinen bir ailede hakim kalkıp bir milyon lira tazminat veremez. Veya onun karısına attığı tokatla Türkiye’nin ünlü ailelerinden birinin oğlunun eşine attığı tokatın değeri aynı değil. Çünkü tazminat miktarları da kişilerin ekonomik ve sosyal düzeylerine göre belirleniyor.”
Erkeklerin ayrıldıkları eşlerine ne kadar süreyle nafaka vermeleri gerektiği de son zamanlarda sık sık gündeme gelen bir konu. “Boşanmayla beraber siz nafaka talebinde de bulunabiliyorsunuz kendiniz ve çocuklarınız için. Yoksulluk nafakası alabilmeniz için sizin kendi gelirinizin olmaması lazım, kusursuz olmanız lazım, bir de yoksulluğa düşmeniz gerekiyor. Yoksulluk derecesi de kişiye göre değişiyor. Asgari ücretle yaşayan bir ailede kadın da tekstilde çalışıyorsa ona herhangi bir şey verilmiyor çünkü kocanın ekonomik düzeyi de belli. Ama büyük bir ailedeyseniz evlilik birliği bittiğinde yoksulluğa düşme dereceniz de size göre değişiktir. Yoksulluk nafakasının kalkması için ya kadının evlenmesi lazım, ya çalışmaya başlaması gerekiyor, ya da birlikteliğinin yine mahkeme kararıyla ispatlanması lazım. Çocuklar ve eş için dava devamında tedbir nafakası talep ediyoruz. Karar kesinleşince çocukların velayetini almayan eş, diğer eşe iştirak nafakası ödüyor. Aynı zamanda kişisel ilişki, görüşme hakkını alıyor. Bunlar dışında boşanma davasıyla beraber ya da boşanma davası bittikten sonra ziynet eşyası alacağı davası açıyorsunuz. Türk Medeni Kanunu’nda 2002’den sonra edinilmiş mallara katılma rejimi var ama, ziynet eşyaları konusunda Yargıtay şöyle diyor: Düğün merasimi esnasında takılan takılar kadına bağışlanmış sayılır.”
Tarhan, Medeni Kanun’da çocukların velayetinin taraflardan birine verilmesi öngörülse de, “11 No’lu Protokol ile Değişik İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme’ye Ek 7 No’lu Protokol”ün onaylanmasının ardından çocukların velayetinin anne ve babaya ortak verilmesinin mümkün olduğunu ve özellikle anlaşmalı boşanma davalarında bunun artık tercih edilebildiğini söylüyor. Ortak velayet konusunu araştırdığımda, çocukların bakım emeğinin çoğunu annenin üstlenmesine rağmen, ortak velayet durumunda çocukla ilgili tüm kararlarda babanın da söz sahibi olmasının Türkiye’de boşanmış annelerin hayatını daha da zorlaştıracağına dair yorumlar görüyorum.
Yargıtay’ın kararları aile hukukunda büyük önem taşıyor. Mesela son verilen kararlardan biri, bir annenin velayeti üzerinde olan çocuğuna kendi kızlık soyadını verebilmesine olanak tanıyor. Tarhan, çocuğuyla aynı soyadını taşımadığı için zorluk yaşayan boşanmış anneler için bu kararın çok olumlu olduğunu söylüyor.
Uzun röportajımızın sonunda Olay Tarhan’a mal paylaşımı konusunu soruyorum. Tarhan’ın anlattıklarına göre boşanma davasıyla birlikte veya boşanma davası kesinleştikten sonra mal rejiminin tasfiyesini de mahkemeden isteyebiliyorsunuz. Türk Medeni Kanunu’nda 2002 yılında yapılan bir değişiklik ile “edinilmiş mallara katılma rejimi” kabul edildi. Buna göre 1 Ocak 2002’den sonraki evlilikler ve daha eski evliliklerin 1 Ocak 2002’den sonraki dönemi için evlilik birliği içerisinde tarafların emeğiyle edindiği edinimlerde ve kişisel malların gelirlerinde diğer eşin katılma alacağı oluyor. Bu, çalışmayan eşin (genellikle kadının) lehine getirilmiş bir düzenleme. Çiftler edinilmiş mallara katılma rejimine katılmak istemezlerse evlilik birliğinin başlangıcında sözleşme yaparak mal ortaklığı ya da mal ayrılığı rejimlerini de seçebiliyorlar. Zina durumunda karşı tarafın mal hakkının verilmemesine ya da indirimli verilmesine karar verilebiliyor.
Avukat Gözde İşçi Güngör: Mobbing bir işten çıkarma yöntemi olarak kullanılıyor
Avukat Gözde İşçi Güngör ile Güngör Hukuk Bürosu’nun Şişli’deki ofisinde buluştuk. Ben de yeni işten çıkartıldığım için iş hukukunda kadının hakları konusu özellikle ilgimi çekiyor. Önce işyerinde cinsel taciz ve mobbing’den, sonra da hamile ve doğum yapan kadınların işyerindeki haklarından bahsettik.
Güngör, işyerinde cinsel tacizin işveren ya da üçüncü bir şahıs tarafından yapılabileceğini, eğer üçüncü bir şahıs tarafından yapıldıysa ilk önce işvereni konuyla ilgili bilgilendirmek gerektiğini anlatıyor.
“İşverenin işçinin psikolojik ve bedensel bütünlüğünü ve onun sağlığını korumakla mükellef olduğuna dair Borçlar Kanunu’nda bir hüküm var. Eğer tacize uğrayan kadın işverene bildirirse, işveren daha fazla tacize uğramaması ve bu durumun sonlanması için gerekli önlemleri almak zorunda. Eğer bunları almazsa kadın işçinin bu durumda haklı nedenle fesih hakkı var. Ama uygulamada böyle bir şey bildirdiğinizde sizin de iş akdinizi pat diye feshedebilirler. Bunlar çok oluyor. Aslına bakarsanız orada mağdur sizsiniz, ama gelin görün ki ikinci kez mağdur edilen yine siz oluyorsunuz. Böyle bir durumda kadının tabii ki kıdem, ihbar tazminatı ve kötü niyet tazminatı hakkı doğar bu nedenle iş akdi feshedilirse. Eğer çalıştığı işyeri iş güvencesi kapsamındaysa, yani 30 kişien fazla işçi çalıştırıyorsa işe iade davası açabilir. Sosyal Güvenlik Kurumu’na şikayette bulunabilir. Onun dışında Türk Ceza Kanunu’na göre de tabii ki taciz yapan suçlu. Onun dışında işveren taciz etmişse eğer yine kadının iş akdini haklı nedenle fesih hakkı var. Buna istinaden maddi manevi tazminat isteyebilir. Yine savcılığa şikayette bulunur, kamu davası açılmasını sağlayabilir. Yine Sosyal Güvenlik Kurumu’na da şikayet ederek bu hususun araştırılmasını isteyebilir.”
Mobbing durumunda da işçiye haklı nedenle fesih hakkı doğuyor, ancak işçinin maruz kaldığı psikolojik şiddetin sistematik olması, en az altı aydır devam ediyor olması ve işçiyi işyerinden uzaklaştırmak, onun işi bırakmasını sağlamak amacıyla yapılıyor olması şartları aranıyor. Mobbing’i kanıtlamak için yazılı delil bulmak zor. Halihazırda o işyerinde çalışan tanıklar ise işlerini kaybetme korkusuyla tanıklık yapmak istemeyebiliyorlar. Aynı dönemde işten ayrılmış kişiler tanıklık yapabiliyor. Güngör, sıkça rastlanan mobbing olaylarından şöyle örnekler veriyor: “Mesela kadın işçiye iş vermemeye başlıyorlar. Elindeki müşterileri alıyor. Ona onun yapması gerekenden daha az iş veriyor. E-maillerle ispatlanacak durumlar olabilir. Mobbing’e uğrayan kadınların sistematik şekilde mailleri saklamasını öneririm. Onun dışında tanık bir numaralı delil. Onu bulabilirlerse artık mobbing davalarından güzel sonuçlar çıkıyor.”
İş Kanunu’nda kadınların hamilelik nedeniyle işten çıkarılamayacağı açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, aksi örneklerle sık sık karşılaştığını söylüyor Tarhan.
“Kadınların kurumsal hayattan uzaklaştırılmak istendiklerini çok açık görüyoruz zaten. Hamile kadınlar işten çıkartılıyor, doğum iznine çıkıyorsunuz doğum izninden döndükten sonra size aynı işleri vermiyorlar, o da bir anlamda psikolojik şiddet, mobbing oluyor. Doğum iznine çıkartılırken işten çıkarılanlar var. Daha ilk baştan, iş sözleşmesi yapılırken hamile kalmama şartı konulan iş sözleşmelerini dahi gördüm. Tabii ki onun hiçbir geçerliliği yok. Bunu sözleşmeye koymadan da yapabiliyorlar. Sözlü olarak da hamile kalırsan çıkartırız, ya da hamile kalmama şartıyla alıyoruz seni diyebiliyorlar. Ciddi büyük şirketlerin bile bunu yaptığını biliyorum. Sözleşmeye koymasa bile bunu sözlü olarak söyleyip bir baskı aracı olarak kullanıyor.”
İşverenler hamile işçiye doğumdan önce sekiz hafta, doğumdan sonra sekiz hafta izin vermek zorunda. Doğumdan üç hafta öncesine kadar çalışabileceğinizi belgelerseniz doğumdan sonraki izniniz 13 haftaya kadar çıkabiliyor. Bu izin sonunda altı ay ücretsiz izin alabilme hakkınız var. Hamilelik boyunca periyodik muayeneleriniz için izin veriyorlar ve doğumdan sonra bebek bir yaşına gelinceye kadar günde bir buçuk saat süt izni kullanabiliyorsunuz.
2016 yılında yürülüğe giren kısmi çalışma düzenlemesi ise, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nin Ekonomik Haklarımız Var kitapçığında şöyle açıklanıyor:
“2016 yılında ise iş-yaşam dengesi sorununu hedef alan ve kadın istihdamını desteklemeyi amaçlayan bir yasal düzenleme yürürlüğe girdi. Yeni düzenleme kadınlara 4 aylık ücretli annelik iznini takiben ilk çocukta 2 ay, ikinci çocukta 4 ay ve üçüncü çocukta 6 ay olmak üzere kısmi zamanlı çalışma hakkı tanıyor. Ayrıca annelik iznini takiben, ister anne ister babanın kullanımına açık olmak üzere, ebeveynlere çocuk ilköğretim yaşına gelene kadar kısmi zamanlı çalışma hakkı sunuyor.
İş-yaşam dengesini destekler gibi görünen bu yeni düzenlemede annelik izni çocuk sayısına göre 10 aya kadar uzatılırken, babalık izni 5 günle (memurlar için 10 gün) kısıtlı kalmaya devam ediyor. Üstelik her ne kadar “ebeveyn izni” dense de, çocuk 6 yaşına gelene kadar tanınan kısmi zamanlı çalışma ve ebeveyn izni düzenlemesinin toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak daha çok anneler tarafından kullanılacağı açıktır.”
Dernek, bu düzenlemelerin kreş yetersizliğini telafi etmediği gibi, kadınların işe alımı ve terfilerini zorlaştıracağını ve ebeveyn izni kullanan kadınları düşük statülü işlere mahkum edeceğini iddia ediyor.
Ayrıca 100-150 arası kadın işçi çalıştıran işyerlerinde emzirme odası ve kadın işçi sayısı 150’nin üzerindeyse kreş olması gerekiyor. Kreş açma yükümlülüğüne uymayan işyerlerine ise yükümlülüğün yerine getirilmediğinin tespit edildiği tarihten itibaren her ay için idari para cezası uygulanıyor. Kreş açmama cezası, 2018 itibariyle az tehlikeli işyerleri için 2317 TL, tehlikeli işyerleri için 3090 TL, çok tehlikeli işyerleri için ise 4635 TL. Cezaların, kreş açma maliyetinin çok altında kalması nedeniyle işyerleri ceza ödemeyi tercih ediyor.
Güngör, hamilelik nedeniyle işten çıkarılan kadınların, çalıştıkları işyerinde 30 işçiden fazla çalışıyorsa işe iade davası açabileceğini, 30 işçiden az kişi çalışıyorsa ise ihbar, kıdem ve kötü niyet tazminatı isteme hakkı olduğunu söylüyor. “Aslında hem kötü niyetli bir çıkarma olduğu için kötü niyet tazminatı, hem de kadınlar diğer işçilerle eşit işlem görmediği için tazminata hükmedilmeli ama ikisinden birini veriyor mahkemeler.”
Güngör, kadınların ayrıca evlilik nedeniyle tazminatlı işten ayrılma hakkı olduğunu, bunu bazı kadınların iş değiştirmek ya da iş kurmak için bir fırsat olarak gördüğünü ama bu düzenlemenin genelde kadınları iş hayatından ve kurumsal hayattan uzaklaştırdığını söylüyor.
Güngör’e, İş Kanunu’nun beşinci maddesinde tanımlanan eşit davranma ilkesi çerçevesinde, cinsiyeti nedeniyle aynı işi yapan bir erkekten daha az maaş aldığını iddia eden bir kadının tazminat hakkı olup olmayacağını soruyorum.
“Zor. Her anlamda eşit misiniz acaba? Belki onun okuduğu okullar daha fazladır. Daha önceki tecrübeleri biraz daha fazladır. Kıdemi daha fazla olabilir. Sadece erkek olduğu için bunu yapıyor da olabilir. Ama sunacağı mazeretler olabilir ne yazık ki. Dediğim gibi psikolojik şiddet, mobbing bile yeni yeni yerleşiyor hukukumuzda. Soyut, ispatlanması zor şeyler. Bariz cinsel tacizi bile ispatlamak zor. Çünkü onu görüp dillendirecek kişiler bulmak, tanıklar bulmak çok zor.”
Güngör işçilerin hakları konusunda gittikçe daha çok bilinçlendiğini ve daha sık yargı yoluna başvurduklarını anlatıyor.
“İşçilerin de gözü açıldı. Bazen haklı olmadıkları halde dava açanı dahi görüyoruz. Ama genel olarak tabii ki işçiler mağdur ediliyor. Şartları çok ağır, çok zor, ücretler düşük, çoğu zaman SGK’lar tam yatmıyor, daha düşükten yatıyor, yani öyle olunca tabii ki işçiler çok ağır şartlarda çalışıyorlar ve çok anlaşılabilir dava açmaları. Zaten olması gereken o. Neden hakkınızı yendiği halde aramayasınız ki? İkale denen bir sözleşme var. İyilikle, güzellikle zaten hakkını vererek bir işçiyle yollarını ayırmaya çalıştığında aklı selim bir insan bunu olumsuz karşılamıyor. İlla ki bu yola yanaşıyor çünkü davalar da çok uzun sürüyor. Nereden baksanız iki sene, üç sene, dört sene… Bunların sonuçlanıp istinaf aşamasından, Yargıtay aşamasından geçip kesinleşmesi zaten yıllar alıyor. İnsanlar diyorlar ki az olsun, biraz daha az uğraşalım ama param cebimde olsun. O anlamda anlaşmak mantıklı da olabiliyor. Bu arabuluculuk da o nedenle geldi aslında bakarsanız. İşçiler ya da işverenler iş hukukundan kaynaklı birbirlerine dava açmadan önce mutlaka arabuluculuğa başvurmak zorunda. Arabulucu onları bir araya getiriyor.”
Son olarak Güngör’e evlerde ev hizmetlisi ve bakıcı olarak çalışan kadınların iş hukuku çerçevesinde ne gibi hakları olduğunu soruyorum.
“Hala İş Kanunu’na tabi değiller. Öyle olunca da işçi olarak geçmedikleri için ne yazık ki hala kıdem ihbar tazminatı hakları yok. Ama Yargıtay’dan aksi yönde kararlar çıkmaya başladı. Belki de yakın zamanda bir düzenleme de olabilir. Mesela temizlik işlerinde çalışanların da sigorta hakkı yoktu, sigortalamayabiliyordunuz ama artık mutlaka onları haftada bir gün de gelseler sigortalamak gerekiyor. Bunlar güzel gelişmeler.”
Yazıyı Güngör’ün kadınların iş hayatında uğradığı ayrımcılıkla ilgili tespitleriyle bitirelim.
“Kadınların iş hayatında her anlamda işi zor. Bir yandan zaten uzaklaştırılmak isteniyorlar. Bir yandan da işverenler eşit işlem borcuna aykırı davranabiliyorlar. Önce bir bakıyorlar kadına, evliyse eğer hemen akıllarda acaba hamile kalır mı, gider mi sorusu oluyor. Çocukluysa çocuğun şusu olacak busu olacak hastalığı olacak diye düşünülüyor. Her anlamda kadınlar hep dezavantajlılar. Bir-sıfır yenik başlıyorlar. Ama anneliğin ya da kadın olmanın işverene getirdiği iyilikler, güzellikler hep gözardı ediliyor. Bir kadının ya da annenin işine sarılması, iş arkadaşlarıyla ilişkisi, bağlılığı her zaman çok daha farklı olur. Ama bunlar her zaman görülmüyor, göz ardı ediliyor. Hep negatif anlamda ayrımcılık yapılıyor. Risk olarak görülüyor. Keşke kadınlar daha çok söz sahibi olsalar her anlamda. Hem işyerlerinde hem ülke yönetiminde. Biz de elimizden geldiği kadar kadınların haklarını alması için uğraşıyoruz. Ama tabii ki kadınların sindirilmeden başlarına geleni açıkça söylemeleri gerekiyor. Bazen eşlerine bile açılamıyorlar ki, hukuki yollara başvursunlar. Yeri geliyor yaşadıklarını kendilerine itiraf edemiyorlar. Buna göz yummak zorunda kalıyorlar çünkü hayat zaten zor, maddi anlamda zaten herkesin bir işe ihtiyacı var. İşten ayrılmak her anlamda çok sarsıcı olabilir kadın için. Hayatını yalnız idame ettirmeye çalışan kadınlar var, eşinden boşanmış kadınlar. Onlar için daha da zor bir de çocukları varsa. O yüzden dediğim gibi keşke daha çok mücadele edebilsek, karar verici pozisyonda daha çok olsak, çünkü halden anlıyor kadınlar. Erkeğin halinden de kadının halinden de anlıyorlar çoğu zaman.”