
Irmak Akman, irmak@de-da-dergi.com
CHP, kendisi için çizilen sınırların dışına çıkamıyor. “Halkın hassasiyetleri, ülkenin bekası, milli menfaatler” bu sınırları oluşturuyor ve bu sınırları Cumhur İttifakı belirliyor. CHP, bu sınırların halkta da bir karşılığı olduğuna inanıyor ve Cumhur İttifakı’nın herhangi bir anda (çoğu zaman gerçek sorunları örtbas etmek için) belirlediği gündem karşısında hep savunmada kalıyor. Dini semboller gündeme geldiğinde eski CHP olmadığını ispat etmeye çalışırken, Kürt sorunu, Kürt sorununun dış politikadaki yansımaları ve HDP’nin Millet İttifakı’yla ilişkisi konusunda hep ikircikli davranıyor. Kendi kazandığı belediyelerin performansıyla övünürken, HDP’li belediye başkanlarının yerine atanan kayyumlara açıkça karşı çıkamıyor. Millet İttifakı’nda yer alan ya da yer alması beklenen sağ partileri ürkütmemek gibi bir bahanesi de var kuşkusuz, ancak halkın ve ittifak ortaklarının hoşuna gitmeye çalışırken sanki kendi kimliğini bulamıyor. Üstelik CHP’nin köşeye sıkışmışlığı sadece taktiksel değil.
Faik Öztrak ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun Boğaziçi Direnişi ile ilgili sergiledikleri tutum onların (oylarına talip oldukları) üniversite öğrencilerini anlamakta, onlarla empati kurmakta zorlandıklarını gözler önüne serdi. Parti milletvekilleri bireysel çabalarıyla gözaltına alınan, tutuklanan öğrencilere destek olmaya çalıştı, ancak parti direnişle ve devletin direnişe müdahalesiyle ilgili net bir tutum alamadı. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener direnişin Cumhur İttifakı’nın işine yaradığını, Melih Bulu’nun böyle bir direniş öngörülerek atanmış olduğunu iddia etti. CHP üst yönetiminin de daha farklı düşündüğünü sanmıyorum.
Ancak CHP yönetiminin yetersizliği, haksızlığa uğrayan vatandaşlarla empati kuramamakla sınırlı da değil. Ülkenin her yerinde, her alanda patlak veren o kadar çok sorun, haksızlık, hukuksuzluk var ki, CHP genel merkezi ve üst yönetimi bunlara yetişemiyor, bunları gündeme getiremiyor. İnsanlar, gençler yoksullukla, açlıkla, işsizlikle, pahalılıkla ve umutsuzlukla mücadele ediyor. Yasama erkinin yetkileri budanmış, yargı erki bağımsızlığını ve tarafsızlığını kaybetmiş durumda. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala siyasi nedenlerle hapiste tutuluyor. Gazeteciler sadece işlerini yaptıkları için açılan davalarla boğuşuyor. Konuşmaya, yazı yazmaya, tweet atmaya korkuyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı gerek üye atamalarıyla, gerekse kararları tartışmaya açılarak yok edilmeye çalışılıyor. Kadınların can güvenliği sağlanamıyor, kendilerini erkeklerin hizmetine adamaları bekleniyor. Kadınların, çocukların canına kast edenler tutuksuz yargılanırken, Boğaziçi Direnişi’ne katılan öğrenciler tutuklanıyor. Yandaş şirketlere yaptırılan projelerin bedelini bizler, vergilerimizle ödüyoruz ve hâlâ Kanal İstanbul gibi yeni projeler gündeme getirilebiliyor. Her an deprem riskiyle karşı karşıyayken kentsel dönüşüm müteahhitlerin inisiyatifine bırakılıyor, çünkü kaynak ayrılamıyor. En yaşamsal konulara, pandemi döneminde en çok ihtiyacı olan kesimlere kaynak ayrılamıyor, çünkü devletin kaynakları (yani bizim vergilerimiz) muhalefetin deyimiyle “israf ediliyor.” Tarımda tamamen dışa bağımlı hale gelmiş durumdayız ve şu anda nasıl aşılara erişemiyorsak, yakın gelecekte en temel gıda ürünlerini temin etmekte zorluk çekmemiz olası. Çevre felaketlerine, hayvanlara çektirilen eziyetlere, iç politikanın bir uzantısı olarak yürütülen ve sanki gerçekten milli menfaatler gözetiliyormuş gibi muhalefetin de gerektiği gibi eleştiremediği dış politikaya sözü daha da uzatmamak için girmiyorum bile. Kısacası ülke ve kurumları, neresinden tutsak elimizde kalacak bir halde.
CHP’li belediyeler kendi yetki sınırları içerisinde (belediye meclislerinin ve merkezi hükümetin çizdiği sınırlar dahilinde) halkın günlük hayatını iyileştirmeye yönelik adımlar atabiliyorlar. Ancak CHP genel merkezi ve üst yönetimi, enerjisinin çoğunu ittifak dengelerini (ve belki de parti içi dengeleri) korumaya harcadığından, halkın gündelik hayatını çekilmez hale getiren, gelecekle ilgili umutlarını öldüren sorunları gündeme getirmeye ve çözüm yolları sunmaya mecali kalmıyor. Şöyle basit bir örnek vereyim: CHP’nin web sitesinde değişik politika alanlarına ait web sayfaları var. Bu sayfalarda her bir alandan sorumlu genel başkan yardımcısının açıklamalarından ve ziyaretlerinden başka hiçbir bilgi yok. (Hatta garip bir şekilde “işçi sendikaları, esnaf-sanatkâr ve sivil toplum kuruluşları” sayfasında bu alandan sorumlu genel başkan yardımcısı Veli Ağbaba’nın değil, Aylin Nazlıaka’nın resmi var.) Ekonomi sayfasında Faik Öztrak’ın resminden başka hiçbir şey yok, sayfa boş. Genel başkan yardımcılarından bir bölümü, sorumlu oldukları alandaki sorunları gündeme getirme enerjisinden uzak, sadece bu konularla ilgili üst yönetime bilgi veriyormuş izlenimi veren kişiler. Oysa ülkenin sorunları yeni anayasayı ya da bir sonraki seçimi beklemiyor. Hayat devam ediyor ve Millet İttifakı’nın ve bu sorunları gördüğünü, bunları çözmeye talip olduğunu ve ittifak üyeleri arasındaki fikir ayrılıklarını aşarak bunları çözmeyi becerebileceğini halka göstermesi gerekiyor.
Peki bunu nasıl yapabilir? Öncelikle Millet İttifakı’ndaki partilerin, memleketin bekasının gerçekten kendilerine bağlı olduğunu kabul etmeleri ve bu sorumlulukla hareket etmeleri gerekiyor. İyi niyet ziyaretlerini ve müzakereleri hızlandırarak (ve HDP’yle resmi bir diyalog başlatarak), bir sonraki genel seçime girerken ittifak çatısı altında hangi partilerin olacağını netleştirmeli ve ilan etmeliler. Burada en önemli konu, HDP’nin resmi olarak Millet İttifakı’na katılmasını sağlamak. Cumhur İttifakı’nın saldırılarına karşılık verirken, AKP’nin Çözüm Süreci döneminde İmralı ile yürüttüğü müzakereleri ve HDP’nin son genel seçimlerde yaklaşık altı milyon vatandaşın oyunu alan meşru bir parti olduğunu hatırlatmak yeterli olmalı. Millet İttifakı’nın anayasa çalışmalarında HDP’nin de yer alması hem çoğulcu demokrasi açısından, hem de Cumhur İttifakı’nın Millet İttifakı’na çizdiği sınırların aşılıp ülkenin sorunlarının rahatça tartışılabilmesi adına çok önemli bir adım.
İkinci aşamada, Millet İttifakı’nın bir gölge kabine kurmasını öneriyorum. İttifaktaki bütün partiler arkalarındaki oy desteği nispetinde gölge kabinede yer almalı. Bu kabine oluşturulurken bir “gölge cumhurbaşkanı” belirlenmesine gerek yok. Amaç, Millet İttifakı’nın ülkenin her alandaki sorunlarını takip etmesini, gündeme getirmesini, çözüm önerileri geliştirip bunları kamuoyuyla paylaşmasını, bu sorunlarla başa çıkabilecek liyakatli ve karizmatik insanları bünyesinde barındırdığını ve uzlaşma zemininde bir kabine kurabileceğini göstermesini sağlamak. Bununla bağlantılı olarak parti başkanlarının gölge kabinede yer almaması, bunun yerine partilerine, ittifak üyeleriyle ilişkilere ve anayasa çalışmalarına yoğunlaşmaları yerinde olacaktır.
Cumhurbaşkanı kabine üyelerini açıkladığı zaman Twitter’da paylaşılan “rüya kabine” listelerini hatırlarsınız. İlham almak için belki o listelere bir dönüp bakmak gerekiyor. Gölge bakanların mevcut milletvekilleri ya da parti üyeleri arasından seçilmesi gibi bir zorunluluk bulunmuyor. Alanında başarılı çalışmalar yapan, halkın tanıdığı ve sevdiği herkes gölge bakan olmaya davet edilebilir. Bakanlıklar belirlenirken mevcut Cumhurbaşkanlığı kabinesine bağlı kalmaktansa, ihtiyaçlar doğrultusunda yeni bakanlıklar oluşturulmalı. Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan bağımsız bir Kadın Sorunları Bakanlığı oluşturulmalı, aynı şekilde Çevre ve Şehircilik ile Kültür ve Turizm bakanlıkları bölünmeli. Gölge İçişleri ve Adalet Bakanları’yla koordinasyon halinde çalışacak yeni bir gölge İnsan Hakları Bakanı olsa, bu heyecan yaratmaz mı?
Böylece gölge bakanlar seçimleri beklemeden ekiplerini kurabilir, alanlarında öne çıkmış liyakatli kişilerden danışmanlık alabilir, STK’larla toplantılar düzenleyerek sorunları çoğulcu bir şekilde tartışabilir, kanun teklifleri ve soru önergeleri hazırlayıp kamuoyuyla paylaşmaya başlayabilir. İktidara yakın olmadıkları için kamu yönetiminde görev alamayan ya da siyasete bulaşmak istemeyen pek çok kişinin, gölge bakanların politika oluşturma sürecine katkıda bulunmak isteyeceğini düşünüyorum. Muhalif düşüncede olan pek çok kişi İmamoğlu döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ve bağlı kurumlarında çalışmaya başladılar.
Bekir Ağırdır, Oksijen için yazdığı “Gençlerin siyasi tercihi tabloyu tümden değiştirecek” başlıklı yazıda, kararsız seçmenlerin yarısını gençlerin oluşturduğunu, genç seçmenlerin çoğunun kararsız olduğunu ya da oy vermeyi düşünmediğini, mevcut siyasi tartışmaların gençleri ilgilendirmediğini anlatıyor. “Eğer herhangi bir parti veya lider genç seçmenin önüne bir umut koyabilir ve bu umuda güven ve inanç inşa edebilirse, seçimlerde bambaşka bir tablo oluşabilir,” diyor. İçinde yaşadığımız şu kâbus gibi ortamda, Millet İttifakı’nın insanlarda heyecan yaratmak için bir fırsatı olduğuna inanıyorum. Somut ve cesur adımların hızla atılması gerekiyor. CHP, bu adımların atılması için gereken uzlaşmacı tavrı, itici gücü sağlayabilir mi? Kendisi için çizilen sınırların dışına çıkabilir mi? Göreceğiz.