Canan Gündüz, canangunduzz@gmail.com

Apolitik olmak gurur duyulan bir şey değil belki. Bir eksiklik, belki de biraz güvende olma kaygısı. Aslında en çok da var olan seçenekler içerisinde ne istemediğini bilip, ne istediğini bilmemek üzerinden işleyen bir süreç. Hiç bir renk belli etmeyince etiketlenmemek ve sosyokültürel anlamda engebelerin daha az gözüktüğü bir hayatın insana kendini daha güvende hissettirmesi ise toplumsal açıdan acınası bir durum. Diğer yandan, politik görüşleri net olan ve tabiri caizse yer yer “atıp tutan” insanların da hayatta tutunabilmek, mesleki ideallerini gerçekleştirebilmek ve ailelerine düzgün bir yaşam sağlayabilmek adına pek tutarlı davranmadığı da herkesin görmeye alışık olduğu davranış biçimleri. Bu durum onların kişiliklerinden ödün vermelerine neden olup etik anlayışlarını mı sorgulatıyor acaba, yoksa bu sistemler silsilesi bu samimiyetsiz davranışlardan fazlasını hak etmiyor mu zaten? Hayata karşı delikanlı durmaya, net ve tutarlı olmaya çalışan bireyler için apolitik olmak vicdani bir rahatlık sağlıyor olsa gerek. Siyasal kimliklerin hala yönler üzerinden ifade edilmesi ise bazenç gülünç gelmiyor değil. Herkes aynı hayatı yaşıyor ama kendilerini etiketledikleri siyasi yön kimlikleriyle örtüşebilmek adına bunu duyulmasını, görülmesini istedikleri şekillerde ifade ediyorlar sanki. Başkalarını kandırdıklarını zannederken aslında kendilerini kandırıyorlar. Temel (ve de kaba) olarak herkes kendi çıkarı doğrultusundaki (toprak, din, dil, giysi, vs) toplumsal ve bireysel özgürlüklerini savunuyor aslında. Ve maalesef işler “bugün tüm içkiler benden, herkese her türlü özgürlük ve hugs for free!” mantalitesi ile yürütülemiyor. Bazı özgürlükler çok basit gözükmekle beraber büyük simgeler olup bizleri biz yapan unsurları parçalayan, istismar edilen maddeler olabiliyor. Bu durumda kime, hangi özgürlüğü ne kadar vermeliyiz? Buna kim karar veriyor? Her gün değişen yasalar mı? Ülkenin tamamından sorumlu olmakla beraber sadece belli kesim (%50 olur, aile ve eş dostluk %5 olur, karar veremedim) üzerine kafa yoran yöneticiler mi yoksa onların belirlediği hukukçular mı, eğitimciler mi? Gözlerinin içi gülenler, siz de etiketler üzerinden söyleyeceklerimden çok mutlu olmayabilirsiniz. Ön yargılara hapsolmamak adına genel konuşmak, bir tozbulutu olup fezada süzülme riskini beraberinde getiriyor kesinlikle, hissediyorum.
Hem işim, hem bukalemun kişiliğim ve de kahrolası insan sevgim nedeniyle farklı coğrafyalar, kurumlar, bireyler ile temas halindeyim. Bireylerin davranışlarını, düşüncelerini, algılarını, ilişki düzenlerini gözlemlemeyi de oldu olası sevmişimdir. Bir konuda %100 haksız olduğu aşikar bir insanın kendini savunma mekanizmalarında insanoğlunun beyninin kıvrımlarını, o kişinin yüzündeki öfke, hiddet ve korkunun paylaşım yüzdelerini izlerken o kişiye “ama abi, şöyle de bir şey var” denmeyeceğini çok iyi biliyorum. İstersen git dava aç, ama o kişiye haksız olduğunu söyleme, yıpranırsın. Kaldı ki olayların içindeyken, siniri tepesindeyken ya da canı yanarken insanlar bu kadar soğukkanlılıkla süperegolarını koluna takıp bir düşünce balonu yaratamıyor çoğu zaman. Hani “ben de insanım” derler ya, aynen öyle işte. İnsanlığa dair şeyler yargılandığın bir davada “hafifletici unsur” olarak seni de koruyabiliyor. “Ben de insanım”dan kastedilen tam olarak nedir ki? Tüm sofistike zevklerden, felsefeden, kozmopolit yaşamın tüketim odaklı döngüsünden arındırılmış bir düzlemde ilkel insanoğlunun temel ihtiyaçları ve ye-iç-üre döngüsü dışında bir isteği olmayan, kastan (etten diyeni de var) ve kemikten oluşan “bir insanım ben de yani neticede”… Bu durumda “ben de insanım” daki insan=id mi oluyor? İşte tam da bu noktada işler karışıyor bence. En temel ihtiyaçları, dürtüleri ve homo-sapiensin gelişim döngüsündeki tüm –literally- çıplaklığıyla yan yana durduğunu iddia eden insanlar aslında kendilerine o kadar da dürüst değiller. Film festivaline giden daha mı çok insan? Yoksa daha entellektüel mi ya da entellektüel gözükme derdinde mi? Aslında festivalle tek bağlantısı, organizasyonda olup ücretsiz bilet temin ettiği bir tanıdık mı? Ya da çok da tümevarıma gitmeden, o, sadece film izlemeyi seven birisi mi? Mitinglerde hipnotize edilmiş olan, coşkulu ve destekleyici olmaya çalışırken doğru ünlemleri bulamayıp yer yer komik nidalar atan, eğitim seviyelerinin oldukça düşük olduğu aşikar insanlar mı daha az insan, onlarla dalga geçenler mi? Bireylerin hak ve özgürlüklerinin savunucusu, sözümona iyi eğitimli insanlar olarak bile fazla yargılayıcı olabiliyoruz. Herkesi kendi koşullarında değerlendirmek gerek. Gerek insan, gerek içinde olduğu ilişkiler yumağı o kadar karışık, o kadar zengin ve o kadar güzel ki; birkaç sıfata sığdırmanın imkanı yok tanımlayıcı kelimeleri. Zaten kendimizi tam anlamıyla tanıyor olsak hayatı kendimize bu kadar zor kılmazdık. Belki bazı negatif gibi gözüken unsurları kendimize yakıştıramıyoruz, belki kendimizi değiştirmeye çalışıyoruz, beceremiyoruz. Asıl olarak da, kendimizle ve dolayısıyla etrafımızdakilerle barışık olamıyoruz. Halbuki biz de insanız, yapacak bir şey yok, benim adım Hıdır, elimden gelen budur.. Bayılıyorum şu vicdanımızı hafifletmek için kullandığımız laflara. İdden başka bir şey vaat etmeyen insan”oğlu”, en düz adam haliyle yön de tanımıyor aslında doğal olarak. Bir kadının örtülmemiş ufacık bir noktasının bile tahrik edici olduğunu savunan sapkın düşüncelere sahip bireyler ile çok sevdiği eşi ve çocuğuna rağmen her fırsatta başkalarıyla başka flörtöz ve cinsel deneyimler yaşayan bireyler çok farklı değil sanki. Hatta bazı bölgelerimizdeki çok eşli düzen belki daha bile dürüst. İlla böyle çok uç örneklere gitmenin de lüzmu yok aslında. Modern toplumun erkek profilleri ilişkiler bazında çok karışık. Kadınlar da çok masum olmayabilir, ama erkekler açık ara önde kesinlikle. Hep bir arayış, bir tatminsizlik söz konusu. Aynı kafadaki arkadaşları ile testesteron kisvesi altında bu durumu aklamak ise; dünya üzerindeki en büyük sinerjist etkiye sahip, en az bonzai kadar kafa yapıcı ve öldürücü ‘toplu erkek psikolojisi’nin hükümsüzlüğüne giden yolu açmış oluyor (karışık bir cümleydi kabul, sen bir daha oku, sonra şu dükkanın önünde buluşalım). Bir de “şöyle de, böyle de iyi” insanların sadece özel ilişkiler bazında sorunlu olduğunu iddia edenler vardır ya.. Bu söylem hiç inandırıcı gelmiyor. İnsan mesai saatinde sadece iş, öğle saatinde sadece yemek ve mesai çıkışı tüm sosyal aktivitelerine izole olarak angaje olamaz ki! İnsanız dedik ya! Hoş, gerçi erkekler sadece verileni yaşama konusunda kadınlara nazaran daha başarılılar ama dürtülerini nasıl oluyorsa hep bir kenar köşeye iliştirmeyi de ihmal etmiyorlar. E testesteron dedik, insanız dedik, id dedik, doğru ya. Bağlanmak yok, değer vermek/verilmek yok. Muhafazakarların, bireyleri ve özellikle de kadınları; giyim kuşam, içki içme, jestler, mimikler, erkek arkadaşlar, kızlı erkekli yaşamalar üzerinden etiketlemesini yadırgayanların kendileri de herkesi, herşeyi öyle güzel etiketliyorlar ki.. Bakire olmadığı için “sürtük” olarak etiketlenen kadınların yanı sıra, bakire olduğu için ya da kimseyle çıkmamış olduğu için “sorunlu” olarak etiketlenen kadınlar da mevcut artık. İşinde agresif bir gün geçiren bekar bir kadın “ASKS/HSKS” etiketleriyle bezenebiliyor iş arkadaşları tarafından. İşin kötüsü bu tanımlamaları bazen hemcinsleri de yapabiliyor. Genellemeleri de, kadınların “ah şu erkekler” başlıklı yazılarını da oldum olası sevmemişimdir. Aslında vurgu noktası erkeklerden ziyade kadın cinsel kimliğine yaklaşımdı. Bazen dağıldım, bazen toparladım, kah güldüm, kah ağladım. Şaka, ağlamadım..
Tüm bu yazılanlardan sonra, hala cilveli bulduğun bir kadın gördüğünde aklına gelen yegane sorular “bakire midir, değil mi?”, “’yanlış anlamazsan’ ile başlayan bir cümle kursam eve gelir mi ki?” vs olan var ise hiç çekinmeden kendisini “emmi” olarak etiketliyor, okeye dördüncünün arandığı kahveye havale ediyorum. Taş çalmak serbest, isteyene Sözcü, isteyene Vakit dağıtıyola diyola. Üstelik günün emmisine Media Markt’tan tam 250 MB flash bellek de hediye!