Heidegger geçerim

Mithat Erdoğan, mithaterdogan3984@gmail.com

Porsiyonu iki buçuk lira olan lokma tatlısı ile hemen karşısındaki balık tezgâhının kokusu birbirine karışmış. Tatlıcının çığlığı da balıkçının gevrek kahkahasına karışıyor. Yazın sonundayız ama hala yapış yapış lokma tatlısı ya da ağır kokulu balık cazip gelmiyor. Hızlı adımlarla ilerliyorum. Meydanın ortasındaki heykelin önünde iki kadın durmuş birbirlerine telefon numaralarını veriyorlar. Yüzlerinde içten mi değil mi emin olamadığım bir gülümseme var. Desteklediği takımın yıldız oyuncusunun formasını almış, ortaokul çağında bir çocuk sokakta yürürken artık babasının elini tutmamasına mı yoksa elindeki poşetteki formaya mı daha çok sevinse kestiremiyor.

Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Sendika lokalindeki karışık ızgaranın yanına ayran söylemek hata imiş. Izgaraya da neden karışık demişlerse… Tabakta karışık bir durum yoktu, dört farklı çeşit ızgaranın hepsinden azar azar konmuş işte. Bu menülerdeki “karışık” tabirini kim çıkardı ise halt etmiş. “Izgara potpuri” ya da “Izgara çeşitleme” daha münasip geliyor kulağa. Karşı kaldırıma geçiyorum. Köftecinin yerine açılan kafe-bar’ın garsonu dışarda kaldırımın kenarındaki masada sigarasını içiyor. Yeni bir dövme daha yaptırmış. Sol göğsünün hemen üzerinde. Rahatsız etmemek adına bakışlarımı halıcının vitrinine çeviriyorum. Çok anlamsız bir hareket olduğunun farkındayım.

Bugün Hindistan’da öğretmenler günü imiş. 5 Eylül 1888’de doğan Dr. Sarvepalli Radhakrishnan’ın anısına 1962 yılından beri “Guru Purnima” isimli bir festival ile kutluyorlarmış. Bunların tamamını kulaklıkta çalan şarkının akortlarına bakmak için telefonumdan google’ı açtığımda öğreniyorum. On beş saniye içinde bilgi bombardımanı… Tabi istersen. Durup bakarsan… Yoksa duraksamadan da geçebilirsin. Hızlıca. Hızlı olmak… Hız dediğimiz şey aslında fizikte “birim zamandaki yer değiştirme miktarı” olarak tanımlanmış ama içinde bulunduğumuz çağda temsil ettiği şeyler çok farklı. Zamanın ruhu! Bu ifadeye de bayılıyorum. Tam bir temcit pilavı! Temcit pilavı da adını Recep, Şaban ve Ramazan ayları süresince, sabah ezanından sonra minarelerden okunan ve Allah’ın ululuğunu belirten duadan alan ve sahurda yenen pilav imiş bu arada. Isıtıp ısıtıp yeniden yiyebiliyorsun ya, sonra o meşhur tabirde kullanılmaya başlanmış. Benim ağzıma niyeyse hep demir tadı geliyor temcit pilavı tabirinin kullanıldığını duyunca. Çocukken kendi kanının tadına baktığında aldığın tat ya da parktaki salıncakların zincirini fazla tuttuğunda ellerinden gelen koku misali…

Zamanın ruhu diyordum. Zamanın ruhunu bilmem ama “ruhun zamanı” nı yaşamadığımız bir gerçek. Meşhur varoluşçulardan biriyle birkaç saatliğine buluşup “Tavandan prim ödeyen kaç lira emekli aylığı alır?” sorunsalı üzerine konuşmak istiyorum. Çünkü bu dünyaya neden geldiğim sorusuna eğilmem için önce bu sorunu çözmem gerek. Çalışmak istemiyorum. Büyük şehirlerden birinde yaşamak da istemiyorum. Mümkün olduğu kadar az sosyal temasta bulunabileceğim bir rutinin özlemini çekiyorum ama işin mali boyutlarını çözüme kavuşturabilmiş değilim. İki gün evvel otuz üç yaşına girdim. Benimle aynı yaştaki futbolcular henüz jübile yapmıyor ama onlar da “tecrübeli” sıfatına haiz olalı üç beş sene geçmiş. Peki, ben mesleğimde tecrübeli miyim? Off! Ayran midemi ekşitti. Çekmecemde mide tableti var mıydı? Ya da şu köşedeki büfeden bir soda alayım ben en iyisi.

Geğirerek “egzistansiyalizm” demeye çalışırken Plaza’nın kapısından içeri giriyor ve asansör kuyruğu ile karşılaşıyorum. Varoluş özden önce gelir mi bilmiyorum ama asansör sırası bana hepsinden sonra geleceğinden merdivenlere yöneliyorum. Hoşnutsuzluk tıpkı üzerimden atmak istemediğim bir yorgan gibi. Hazır kahvesinden bir yudum alıp etrafa gülücükler saçarak kurumsal envanterin sıradan bir unsuru halini almış benliklerinin zerre farkında olmayan geri zekâlılara sinirlensem mi yoksa onlar için üzülsem mi bilemiyorum.

Eve gidip yemek yedikten sonra TGRT’de Bill Cosby’nin dizisini izlerken TV karşısında uyukladığım ve kol saatimin alarmı ile uyanıp okula koştuğum öğle aralarına duyduğum özlem de benim en büyük lanetim galiba.

KPSS ile girilebilen bir varoluşçuluk akademisi hayali kurarak mesaimin başına dönüyorum.

Reklam

2 Comments

  1. Mithat’ın ‘Kurumsal Hayat’tan kurtulduğu haberini aldığım gün ben de kutlama yapacağım:)
    Bill Cosby izlediğim günleri ben de özlüyorum,ama yeterince yaşarsak,Cosby’nin tacizci çıkması gibi özlediğimiz her şeyin cılkı çıkıyor ve hazır kahveye fit oluyoruz.

    Beğen

    1. Sanırım bir aya kadar Fethiye-Kayaköy’e yerleşeceğim 🙂 yine mali müşavirlik yapacak olsam da pek kurumsal olmayacak. Bill Cosby’nin tacizci çıkması ise hatırlamak istemediğim bir gerçek olarak aklımın bir köşesine kazındı maalesef 😦 Sevgiler, — Mithat Erdoğan

      Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s