A. Can Nizamoğlu, can.nizamoglu@gmail.com

Ülkedeki hatta dünyadaki en iyi takımı tutuyorsunuz değil mi? Ve bu iyi olma durumu başarı ile birebir ilgili olmasa da hiç de başarısız sayılmaz tuttuğunuz takım. Kendinizi başka bir takım taraftarı olarak hayal dahi edemiyor, insanların nasıl olup da başka takım tuttuklarına akıl sır erdiremiyorsunuz. Diğer takımların taraftarları sanki bir tornadan çıkmış gibi aynı olumsuz davranışları gösteriyor, onların oyuncuları da tam kendilerine göre; çirkef. Velhasıl tuttuğunuz takımın taraftarı olmaktan son derece mutlusunuz hatta bununla gurur duyuyorsunuz.
Peki, o takımı tutmaya nasıl başladınız? Eğer yanılmıyorsam bu tercihi 18 yaşına geldikten ve tüm seçenekleri değerlendirdikten sonra yapmadınız. Bana öyle geliyor ki, sizi hayatınızın takımı ile buluşturan ya babanızın elinizden tutup götürdüğü bir maç, ya doğum gününüzde eniştenizin size aldığı forma ya da başka takım taraftarı olan ağabeyinizi kızdırma isteğinizdi. Eğer tahminlerimde yanılmıyorsam durum aslında şu ki siz de pekâlâ şu an o tiksindiğiniz takımın taraftarı olabilirdiniz.
Olaya buradan bakınca bir taraftarın diğerine veya toplu olarak bir takımın ötekine üstün olduğunun düşünülmesi bana çok büyük bir yanılgı gibi geliyor. Zira muhtemelen konuşmaya başladığınız yıllarda gönül verdiğiniz ve ömrünüz boyunca değiştirmediğiniz taraftarlık işi, her ne kadar bir tercih gibi görünse de aslına bakılırsa adeta bir ırk gibi değiştirilemez bir olgu. Şahsen bugüne kadar dinini değiştireni gördüm ama tuttuğu takımı değiştireni görmedim. Durum böyle olunca da nasıl bir insanı sadece ten renginden dolayı sınıflandırmak, onu aşağılamak veya üstün görmek yanlışsa aynı işin tutulan takım nedeniyle yapılması da o kadar saçma ve yanlış. Evet, sizin de aklınıza geldiği gibi bir nevi ırkçılık bu!
Elbette herkes için yanyana duran iki renk, diğer bütün renk kombinasyonlarından daha öndedir ve daha güzeldir. Fakat bu durum, diğer renklerin değersiz veya çirkin olduğu anlamına gelmemeli. Her rengin değeri eşit, önemi ise kişiye göre farklıdır. Bu nedenle kendi takımını diğerlerinden üstün görmek yanlış, hele hele bu üstünlüğü kültürel veya ahlaki açılara taşıma gafletinde bulunmak düpedüz körlüktür. Kendi takımımız ile ilgili yaptığımız centilmenlik, sportmenlik, iyi ahlâk güzellemeleri bu açıdan objektif değerlendirmelerden ziyade hoş yakıştırmalar, onları görmek istediğimiz şekle sokma çabalarıdır.
İşin bir diğer ve daha tehlikeli boyutu ise yaşanan, görülen veya işitilenlerin onların kaynağına göre farklı algılanması. Bir başka deyişle, olay aynı olsa da bu olaya tepkimizin takıma göre farklılık göstermesi son derece kötü. Bunun örneklerini, rakip takımdayken hiç hazzetmediğimiz bir oyuncunun bizim takımımıza gelmesinden sonra içimizde aniden ona karşı sonsuz bir hoşgörü belirmesi veya aynı maç içindeki hakem hatalarının sadece kendi aleyhimize olanlarını gündeme taşımamız olarak vermek mümkün. Sanıyorum bu tepkileri yüzde yüz bilinçli bir şekilde vermiyoruz. Muhtemelen taraftarlık denilen olgu, başta gözlerimiz olmak üzere tüm duyularımızın önüne seçici geçirgen bir perde çekiyor ve bu perde olaylardan kendi takımımızla ilgili olanları diğer takımlar ile ilgili olanlardan farklı algılamamıza neden oluyor. Elbette taraftarlardan bir fotoğraf makinesi objektifliği beklemek hayalcilik ama en azından bir perdenin var olduğunu kabul etmek bile sağlıklı taraftarlık yolunda hepimiz için büyük bir adım olacaktır.
Şayet bir gün “tüm takımları seviyorum ama benimkini biraz daha fazla” diyebilirsek gayet yeterli bir noktada olduğumuzu söyleyebiliriz. Aksi takdirde hem olan bitenden şikâyetçi olup hem de onlara çanak tutar ve mevcut çıkmazdan asla kurtulamayız.