Irmak Akman, irmak@de-da-dergi.com
25 Ekim’de Nigar Hacızade’nin Suriyeli mültecilere yardım için gönüllü çalışan Zeynep Kurmuş Hürbaş ile yaptığı bir röportaj yayımlandı 5 Harfliler’de. Suriyeli göçmenlerin içinde bulunduğu durumu gözünüzün önünde canlandırmanızı sağlayan, çarpıcı bir röportajdı. Röportajın bir yerinde, Hürbaş’ın gazetecilere de tavsiyeleri vardı:
Bir çocuğu okula yazdırmaya çalış, ondan sonra da bir ay takip et; ondan sonra da o çocuk okulu niye bırakıyor diye mesela araştır.
…
Bunun haber değeri niye var? Çünkü bu işte bir tane çocuk çıktı ambulansın üstünde ve böyle yüzünü sildi, böyle utandı elini sildi ve insanların içi böyle cız etti. Bir ay sonra bitecek o; ama burada o içi cız edenlerin belki yüz tanesinden iki tanesi bu işi yapmaya devam ederse, bu erzak olmak zorunda da değil; yani çevresindekilere gerçekten bu insanların nasıl yaşadıklarını, ne yaşadıklarını anlatabilecek seviyeye gelecek kadar bilgilenmesi bile çok iyi bir şey bence.
Ben de Türkiye’de yaşayan Suriyelilerle, özellikle Suriyeli çocukların eğitim sisteminde yaşadıkları zorluklar ile ilgili bir haber yapmak istedim. Aklıma Balat’ta yaşayan arkadaşım Ozan geldi. Bir buluşmamızda Balat’ta yaşayan çok sayıda Suriyeli olduğunu, çok zor durumda yaşadıklarını, kendisinin de Suriyeli çocuklar için açılmış iki okulu ziyaret ettiğini anlatmıştı. 28 ve 31 Ekim’de iki kez Balat’ı ziyaret ettim. Ozan’ın Suriyeli arkadaşı Ahmad’la, Alnoukba ve Tarık Us Ortaokulu yetkilileriyle, Yusra Toplum Merkezi’nin kurucusu Shahla Raza ile görüştüm.
Ahmad yaklaşık üç yıldır İstanbul’da yaşıyor. İki yıl Esenyurt’ta yaşadıktan sonra Balat’a taşınmış. Kendi çocuğu yok, ama Zeytinburnu’nda Suriyeli çocuklar için açılmış bir özel okulda gönüllü Türkçe ve İngilizce dersleri vermiş. Öğretmenlik yapan arkadaşları ve arkadaşlarının çocukları aracılığıyla da Suriyeli çocukların yaşadıkları zorlukları gözlemleme imkanı bulmuş.
“İki yıl önce Esenyurt’ta varlıklı kişilerin açtığı çok sayıda özel Suriye okulu vardı. Okulları açanlar arasında yabancılar da vardı, mesela Libyalılar ya da Mısırlılar. Mesela bu okullardan birinin adı Kanada Okulu’ydu. Kanada Suriye Okulu’nun bir şubesiydi. Nasıl yaptıklarını bilmiyorum, ama size Kanada diploması veriyorlardı. Bu okulların çoğu Türkçe öğretmiyordu, Türkçe öğretenler de çok kötü öğretiyordu. Bir arkadaşımın dokuz yaşındaki oğlu böyle bir okulda neredeyse hiç Türkçe öğrenemedi. Üstelik bu okullarda verilen diplomalar hiçbir yerde geçerli değildi. Türk ya da yabancı, hiçbir eğitim sisteminde kabul edilmiyorlardı. Okulların çoğu öğrencilerine yalan söylüyordu, verdikleri diplomaları hükümetin kabul ettiğini söylüyorlardı. Sonra hükümet bu okulları denetlemeye başladı. Bu okullardan birinde çalışan bir arkadaşım var. Bazı öğretmenlerin ve yöneticilerin işten çıkartıldığını söyledi. Neden? Bazılarının lise diploması bile yoktu ve öğretmenlik yapıyorlardı. Bazılarının ilkokul diploması bile yoktu. Pek çok okul kapatıldı, pek çok müdürün ve öğretmenin işine son verildi. Sadece birkaç tane okul açık kaldı. Sonra bir düzenleme çıkardılar ve dediler ki Suriyeli öğrenciler, özellikle en küçükler, Türk okullarına gitmek zorundalar. Biraz önce bahsettiğim arkadaşımın oğlu mesela, önce bir yıllığına Suriye okuluna gitti. Sonra bu yıl Avcılar’da bir Türk okuluna kabul edildi. Tek bir kelime bile anlamadı, tamamen kayboldu. Üstelik annesi bana buradaki müfredatın Suriye müfredatına göre daha kolay olduğunu söyledi. Yani burada dersler daha kolay olduğu halde dili konuşmadığı için hiçbir şey anlamıyordu. İki ay sonra annesi onu okuldan aldı ve bildiğim kadarıyla şu anda özel bir öğretmenden Türkçe dersi alıyor. Çünkü annesi onun burada kalacağını biliyor. Şu anda Suriye’de bu kadar çok Suriyeli olmasının nedenlerinden biri bu. ‘Savaş var, neden savaştan kaçmıyorsunuz?’ diye sorulabilir. Kaçtılar diyelim, beş çocukları var, onları nereye gönderecekler? Eğitim yok. Ağabeyim çocuklarını yüzde yüz okula gönderebileceğinden emin olmadan Suriye’yi terk etmedi.”
Hürriyet’in 12 Ekim 2016 tarihli haberine göre, Milli Eğitim Bakanlığı “Yabancılara Yönelik Eğitim Faaliyetleri” başlıklı genelgesinde izinsiz Suriye okullarının kapatılması ve bu okullardan alınan diplomaların geçersiz sayılması talimatını verdi. Şu anda Suriyeli öğrencilere yönelik eğitim devlet okullarında, Suriye müfredatına göre Arapça eğitim veren Geçici Eğitim Merkezleri’nde ve halen açık bulunan özel Suriye okullarında sürdürülüyor. Özel Suriye okullarının bir kısmı Suriyeli girişimciler ve hayırseverler tarafından, bir kısmı ise Türkiye’deki sivil toplum örgütleri tarafından kurulmuş.
Balat’ta faaliyet gösteren ve çok sayıda Suriyeli öğrencinin devam ettiği Alnoukba okulundaki öğrenciler ve öğretmenlerden bazıları, sabahları Türk öğrencilere, öğleden sonra saat 2’den itibaren ise Geçici Eğitim Merkezi statüsüyle Suriyeli öğrencilere eğitim veren Tarık Us Ortaokulu’na geçiş yapmışlar. Alnoukba’nın binası (okul olduğu ancak pencerelerine yapıştırılmış kağıtlardan anlaşılan bir apartman) hala açık ama biz öğrenci göremedik. Okulda görevli bir hanım ve okul müdürü, yabancı özel okul statüsü kazanmak için devlete başvurduklarını anlatıyor. Bazı öğrencilerin sabah Alnoukba’ya geldiğini, öğleden sonra da Tarık Us Ortaokulu’na devam ettiğini söylüyor. Müdürün odasının arkasındaki bir anaokulu parkını andıran ufak alanda Suriyeli küçük bir çocuk vardı.
Tarık Us Ortaokulu öğleden sonraları 5.-8. Sınıf arasındaki Suriyeli öğrencilere Arapça eğitim veriyor. Okulun koordinatör müdürü ayaküstü bizimle sohbet etmeyi kabul etti. Alnoukba’daki Suriyeli öğretmenlerden bir kısmının mülakatla işe alındığını, Geçici Eğitim Merkezi’ne yeni öğrenci alınmayacağını, mevcut öğrenciler mezun olunca merkezin kapatılacağını, mezun olan öğrencilerin de İmam Hatip Liselerine devam etmelerinin en uygunu olacağını söyledi. Ona göre İmam Hatip Liselerine gidecek Suriyeli öğrenciler, Türk öğrencilere Arapça öğrenmeleri konusunda destek olabilirler.
Tabii ki Suriyeli çocukların büyük bir bölümü okula devam edemiyor. Ahmad, tekstil atölyeleri, ayakkabı imalathaneleri gibi yerlerde kayıt dışı çalışan Suriyeli çocukların (ve büyüklerin) en azından ilk iki ay maaş almadan çalıştıklarını söylüyor. Bu çocukların herhangi bir güvencesi yok. Bu işyerlerinde çocukların başına bir şey gelse ne olur diye soruyorum.
“Aile polise gider tabii. Bu polislik bir konu haline gelir. Ama her şeyden önce ortada bir çocuğun olduğunu kanıtlamaları gerekir. Ama burada en önemli sorunlardan birisi ailenin Türkçe konuşmaması. Karakola giderler ve kimse ne dediklerini anlamaz. Kimse kanunları bilmiyor, dolayısıyla haklarını aramak için nereye gitmeleri gerektiğini de bilmiyorlar. Birisi yaralandı diyelim, sanırım kendi aralarında çözmeye çalışacaklardır. Çünkü çocuğun hakları yok. Türkiye’de bulunduğu bile belli değil. Kayıtlara göre burada değil. Çocuğa bir şey olursa işveren aileye bir miktar para verir ve çocuklarını bir Suriye kliniğine götürürler. Maaşları ödenmediğinde de bir şey yapamıyorlar.”
Ahmad, Suriye’den Türkiye’ye yeni gelenlerin Geçici Koruma Kimlik Belgesi almasının zor olduğunu, bir yıl sonraya randevu verildiğini anlatıyor. Kendisi de, süresi dolmuş ikamet iznini yenilemek için altı ay sonraya randevu alabilmiş. Kendisine randevu beklediğine dair bir kağıt verilmiş, ancak pek çok yerde bu kağıtla hizmet alamadığından yakınıyor. Mesela kendi adına Internet ve doğalgaz bağlantısı yaptıramıyor, cep telefonu alamıyormuş. UNHCR’ın Türkiye’deki Suriyeli Mülteciler için Sıkça Sorulan Sorular kitapçığına göre Geçici Koruma Kimlik Belgesi almak için başvurmuş, ama henüz kimlik belgesi almamış çocuklar, okullara “misafir öğrenci” statüsüyle kayıt yaptırabiliyorlar.
Balat’ta Yusra Toplum Merkezi’nin önünden geçerken içeriye bakıyoruz. Anaokulu sınıfına benzeyen bir odada çocuklar yerde oturmuş, oyun oynuyorlar. Başlarında Susanne isminde genç bir Alman kadın var. O anda meşgul olduğunu söylüyor ama telefon numarasını veriyor, sonra da Yusra’nın kurucusu Shahla Raza ile bağlantıya geçmemi sağlıyor.
Shahla, Yusra Toplum Merkezi’ni altı ay önce kurmuş. Balat’ta çalışıyormuş ve evleri teker teker dolaşarak ailelere yardım etmeye çalışmaktansa, insanların gelip değişik hizmetlere ulaşabileceği bir toplum merkezi kurmaya karar vermiş.
“Mahallede çalışırken pek çok çocuğun okula gitmediğini ve oyuncaklara ya da herhangi bir şeye ulaşabilecekleri, gelip sadece çocuk olabilecekleri güvenli bir yerleri olmadığını fark ettim. Çocukların gelip iki saatliğine çocuk olabilecekleri, rahatlayabilecekleri, kitap okuyabilecekleri bir toplum merkezi, iyi bir fikir gibi göründü. Bu temel başlangıç fikrimizdi, ama sonra çocuklarla çalıştıkça onların ihtiyaçlarını öğrendik ve yeni programlar başlattık.”
Yusra’nın anaokulu yaşındaki çocuklar, daha büyük olduğu halde Türkçe bilmediği ya da kağıtları olmadığı için okula gidemeyen çocuklar ve okula devam eden çocuklar için sınıfları bulunuyor. Çocuklar için geziler de düzenliyorlar. Ayrıca semtteki okullarla işbirliği içinde merkeze gelen çocukların okullara yerleştirilmesi ve okula alışabilmeleri için destek oluyorlar. Daha önce çocukları Mavi Haliç Derneği’nin işlettiği bir Suriye okuluna yerleştiriyorlarmış, ama özel okulların içinde bulunduğu belirsizlik nedeniyle bu yıl hepsini Kırımlı Aslanbey İlkokulu’na kayıt ettirmişler.
Shahla, merkezi şimdiye kadar tamamen bağışlarla finanse etmiş. Fatih Belediyesi’nin bölgede kendileri gibi oluşumlara destek verdiğini, kendilerinin de dernek statüsü alarak belediyeyle işbirliği yapmak istediklerini anlatıyor. Sadece Suriyeli mültecilere değil, Türkiye’nin doğusundan göçenlere de kapılarının açık olduğunu söylüyor.
Shahla’ya, merkeze gelen çocukların en büyük sorunlarının ne olduğunu soruyorum.
“Pek çoğu finansal durumu kırılgan ailelerden geliyorlar. Bu nedenle çoğunun dışarı çıkıp çalışması gerekiyor. Pek çoğu fabrikalarda ya da düzenli işlerde çalışmıyor, ama yollarda mendil ve su satıyorlar. Disiplin olmayan bir aile ortamından geliyorlar. Beraber çalışmaya başladığımızda bu çocuklar eğitimlerine ara vermişlerdi. Bir kısmı geçici okullara gidiyorlardı, bir kısmı hiç okula gitmiyordu, Türkçe bilmiyorlardı, bir rutin takip etmeyi bile bilmiyorlardı. Oturmalarını sağlamak, onlara zaman duygusunu vermek zor oldu. ‘Okul, dersler bu saatte başlar,’ diyorduk ama sonra başka zamanda geliyorlardı, çünkü zamanı takip etmeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Biz okul değiliz, ama düzenli okula başladıklarında her şeyin nasıl olacağını anlamalarını sağlamak, oturmalarını, öğretmeni dinlemelerini, sessiz olmalarını sağlamak başlangıçta bizim için zor oldu. Aynı grupla altı aydır çalıştığımız için nasıl travmalar geçirdiklerini ve onlara nasıl davranmamız gerektiğini biliyoruz. Her bir çocuğun neye ihtiyacı olduğunu. Ve hepsi travma yaşamış. Ya ülkelerinde, ya da ülkelerinden buraya gelirken travma yaşamışlar. Ve şimdi, topluma entegre olamadıkları ve burada mı kalacaklarını, yoksa geri mi döneceklerini bilmedikleri için, bu yerleşmemişlik durumu da onlar için travmatik. Burada mı kalacaklar, yoksa bir yıl sonra geri mi dönecekler, bunun belirsizliğini yaşıyorlar. Pek çoğunun ebeveynleri onlara geri döneceklerini söylüyor. Bu toplumun, buranın bir parçası gibi hissetmiyorlar, evleriyle ilgili de pek bir şey hatırlamıyorlar, hiçbir yerin vatandaşı değil gibiler. Vatansızlar. Hiçbir yere ait değiller, kendilerini hiçbir yere ait hissetmiyorlar. Ebeveynler de buraya yerleşmiyorlar, dili öğrenmeye çalışmıyorlar, burada kalıcı bir yaşam kurmaya çalışmıyorlar, çünkü geri döneceklerini umuyorlar. Eninde sonunda ülkelerindeki durum dönmelerine izin verecek, ama tabii ki bunun ne zaman olacağını bilmiyoruz, hiç kimse bilmiyor, bu iki arada bir derede durumda sıkışmış haldeler. Burada da orada da değiller. Sanırım mülteci olmak bu anlama geliyor.”
Türkiye devletinin Suriyeli mültecilerin kendilerini daha “yerleşik” hissetmesi için gerekli çabayı gösterip göstermediğini soruyorum.
“Ben Hindistan’dan geliyorum. Kendi içimizde başa çıkmamız gereken birçok sorunumuz var, komşu ülkelerden gelen çok sayıda mülteci de var. Kendi vatandaşlarınızın hayatını kolaylaştırmak yeterince zorken dışarıdan gelenleri de düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Devletin yeterince çaba harcamamasını meşrulaştırmaya çalışmıyorum, sadece devletin ne yapabileceğini anlamaya çalışıyorum. Ya da daha fazla ne yapabileceğini. Sivil toplumun da bir şeyler yapması gerekiyor. Orada oturup hükümetimiz şunları yapmalı diyemezsiniz. Bir ülkenin vatandaşları ya da dünya vatandaşları olarak bizim sorumluluğumuz nedir? Bir şeyler yapmalıyız. Bu hepimizi etkileyen bir kriz. Bir şeyler yapmak sadece hükümetin değil, bizim de sorumluluğumuz. Hükümet şunu yapmalı diyerek sorumluluktan kurtulamayız. İnsanları daha rahat hissettirmek için biz ne yapıyoruz? Hayatlarını kolaylaştırmak için ne yapıyoruz? Mülteciler bizim mahallelerimizde yaşıyor, onlara kendilerini iyi hissettirmek için ne yapıyoruz? Onlara nasıl yardım ediyoruz?”
Yazıyı bitirirken, Shahla’nın Facebook’taki durum güncellemesini görüyorum: “Yağmurlu, soğuk bir akşam… Çocuklar derslere gelmediler. Çıkmak için toparlanıyordum ki yağmurda ıslanmış çocuklar gelmeye başladı. Her akşam saat 6 merkezde çorba zamanı. Dersler kaçırılabilir ama Hint çorbası kaçırılamaz!”
Yusra Toplum Merkezi’nde gönüllü olarak çalışmak ya da bağışta bulunmak isterseniz Yusra Community Center Facebook sayfasından iletişime geçebilirsiniz.