Volkan Çolak, volkancolak91@gmail.com
Tarih 19 Mayıs 2015. 7 Haziran seçimlerine sayılı günler kala HDP’nin Adana ve Mersin seçim bürolarına eş zamanlı saldırı olmuş, ben de geçmiş olsun demek için yaşadığım ilçedeki seçim bürosunu ziyaret etmiştim. Bürodan ayrılırken cama yapıştırılmış olan Selahattin Demirtaş’ın resmi dikkatimi çekti. Beni uğurlayan ilçe başkanı Duygu Tuna’dan fotoğrafımı çekmesini rica ettim ve ortaya böyle bir resim çıktı. Fotoğrafta yanaklarından makas aldığım HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş şu an Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde tutuklu ve “terör örgütü yöneticiliği yapmak” suçlamasıyla 142 yıl ile yargılanmakta. Fotoğrafı çeken Duygu Hanım ise artık aramızda değil. 20 Temmuz 2015 günü gerçekleşen Suruç saldırısında yaşamını yitirdi.
Suruç saldırısı ülkemiz için çok önemli bir kırılma noktası oldu. Patlama, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyelerinin Amara Kültür Merkezi bahçesinde IŞİD’in Kobani Kuşatması sonrası, Kobani’nin yeniden inşa çalışmaları konusunda basın açıklaması yaptığı sırada meydana geldi. IŞİD’in düzenlediği saldırıda 34 kişi hayatını kaybetti. Bunun üzerine PKK, Suruç saldırısına sözde misilleme yapmak amacıyla Adıyaman’da bir askeri şehit etmiş, üç yıldır Devlet, Abdullah Öcalan, PKK ve HDP arasında yürütülen barış görüşmeleri sona ermişti. (Sözde misilleme diyorum, çünkü misilleme kelimesinin tam karşılığını bulması için doğrudan IŞİD’in hedef alınması gerekirdi.) 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin %13 oy almasıyla iktidarını kaybeden ve daha 8 Haziran sabahında “HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini çeker” gibi açıklamalar yapan Ak Parti için, PKK’nın Suruç saldırısı karşısında sözde intikam almaya kalkması bulunmaz bir nimetti. Ak Parti, sürecin HDP’ye oy kazandırdığı, kendilerinin ise tek başına iktidardan düşmesine yol açtığı fikri ile ülkenin en büyük sorununa aranan çözümün üstünü bir kalemde çizdi. Kanımca HDP’nin seçim başarısı yalnızca Ak Parti’yi değil, PKK’yı da son derece rahatsız etti. Bölge üzerinde 30 yıldır belli bir hakimiyeti olan örgüt, halkın HDP etrafında kenetlenmesinden ve sivil siyasetten yana olmasından, kısacası güç kaybetmekten ürktü. Ateşe benzin dökerek sürecin bitmesinde büyük rol oynadı. Süreç, muhalefet tarafından sert eleştiriler alsa da üç yıl boyunca hiçbir güvenlik görevlisi ve sivilin burnunun bile kanamamasını sağladı. Bu da hayat görüşünün tepesine, tüm ideolojilerden arındırılmış bir şekilde yalnızca “insan”ı koyanlar için çok önemliydi. Sonuç olarak üç yıl devam eden süreç, Ak Parti’nin “başkanlık” iddiası ile girdiği seçimden tek başına iktidarı kaybederek çıkmasıyla önce “buzdolabına” kaldırıldı, başlayan çatışma süreci ve tekrar seçim kararı alınmasıyla da tamamen çöpe atıldı.
“Hendek Savaşları” adıyla eskisinden de şiddetli bir şekilde başlayan savaş, önce ülkenin güneydoğusunda daha sonra da şehirlerde patlayan bombalarla birçok insanımızın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına ve evlerini terk etmesine yol açtı. Buna bir de IŞİD saldırıları eklenince toplum üzerinde onarılması güç yaralar açıldı. 7 Haziran seçimlerine iki gün kala HDP’nin Diyarbakır mitingine yapılan saldırıyı da dahil edersek, bir buçuk yılda ülke çapında 33 bombalı saldırı oldu ve bu saldırılarda 363’ü sivil 461 kişi yaşamını yitirdi, 2000’den fazla kişi yaralandı. Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı, 10 Ekim 2015 günü HDP’nin, Ankara Garı meydanında düzenlediği Barış Mitingi’ne yapıldı. Hendek Savaşları’nda ise 250’si güvenlik görevlisi 2000’den fazla kişi hayatını kaybetti. Tüm bunlar olurken halkın değer yargıları da altüst oldu. Ülkedeki kutuplaşma o kadar keskinleşti ki, vatandaşlar gerçekleşen saldırılardan sonra hayatını kaybeden insanların siyasi görüşlerini öğrenip tepkilerini buna göre belirlemeye başladı.
7 Haziran seçimleri sonrası %96 gibi çok yüksek bir temsil oranına sahip olan meclisten koalisyon hükümeti çıkmayınca, patlayan bombaların ve Hendek Savaşları’nın gölgesinde gidilen 1 Kasım seçimlerinde Ak Parti yeniden tek başına iktidar olma başarısı gösterdi. Seçim sonuçlarıyla birlikte Ak Parti’nin 317 vekili vardı artık. Evet, kaybedilen iktidar yeniden kazanılmıştı ancak ne başkanlık sisteminin mecliste kabulü için gerekli 367 sayısına, ne de anayasa değişikliğine referandum yolunu açacak olan 330 vekil sayısına ulaşılabilmişti. En azından referanduma gidebilmek için ittifak gerekliydi. Ancak muhalefet partilerinin tamamı başkanlık sistemine karşıydı.
1 Kasım seçimlerine giderken, propaganda dönemi boyunca aşırı milliyetçi bir kampanya yürüten Cumhurbaşkanı öncülüğündeki Ak Parti, oylarını beş ayda %10 yükseltince seçim sonrası dönemde tamamen sağ-milliyetçi politikalar uygulayarak Türk Sağı’nın tepesine oturdu. Bu vesile ile HDP’nin barış çağrılarına ve tekrar masaya oturma davetlerine kulak asılmadığı gibi HDP’li belediyelerin neredeyse tamamının başkanları tutuklandı ve yönetimlerine kayyum atandı. HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil 10 vekil tutuklandı. HDP, öncül partilerinin başına geldiği gibi bu kez kapatılmadı ancak yine 1994 yılında DEP’li vekillere yapılan muamelenin aynısı bu kez HDP’li vekillere yapılıyordu. Süreç boyunca 30 yılda gidilemeyen yol üç yılda gidilmişti. Şimdi ise bir günde 25 yıl birden geriye gidiliyordu.
2016 yılının patlayan bombalar ve ölümlerle geçtiği yetmezmiş gibi 15 Temmuz akşamı Cumhurbaşkanı ve Ak Parti’nin eski yol arkadaşı Fethullah Gülen’in verdiği talimatla darbe girişimi gerçekleşti. Gözardı edilemeyecek şekilde halkın sokaklara çıkması ve tankların önüne geçmesi, zaten çok zor günlerden geçen ülkemizi belki de bir iç savaşın eşiğinden döndürdü. Ülke genelinde OHAL ilan edildi. 240 kişi yaşamını yitirdi. Darbenin geri püskürtülmesiyle birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan siyasi hayatındaki en yüksek destek oranlarına ulaştı. Halk, bir ay boyunca meydanlardan ayrılmadı. 15 Temmuz, Ak Parti’nin Gezi’si olmuştu. Bu ortamda başkanlık sisteminin hayata geçmesi için halkın önüne sandığı koymak yeterli olacaktı. Ama nasıl?
Ve beklenmeyen destek, koltuğu muhalifler tarafından sallanan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. Partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, Ak Parti’nin başkanlık sistemiyle ilgili teklifini Meclis’e getirmesi gerektiğini, bu konuda Meclis’in ve Türk milletinin vereceği kararı saygıyla karşılayacaklarını söyledi. Bu açıklamayla eş zamanlı olarak hükümete yakın görsel ve yazılı basında, MHP Genel Başkanlığı’na adaylığını koyan Koray Aydın, Sinan Oğan ve özellikle de Meral Akşener hakkında yoğun bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu kampanya, adayları 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ve Fethullah Gülen’e destek olmakla suçlayacak kadar ileri gitti. Toplanan imzalar, açılan davalar kar etmedi ve Devlet Bahçeli koltuğunu korumayı başardı.
Velhasıl yoğun tartışma ve kavgalarla geçen oylama sonucu teklif, Ak Parti ve MHP’nin oylarıyla meclisten geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yıllardır seçmenin önüne getirmek istediği anayasa değişikliği teklifini 20 günlük bekleyişin ardından onayladı ve 16 Nisan 2017 tarihinde referanduma gidiyoruz.
Cumhurbaşkanı ve Ak Parti, 1 Kasım seçim kampanyasında olduğu gibi yine milliyetçi çizgide bir kampanya yürüteceğinin ilk sinyallarini verdi. Şu satırları yazdığım dakikalarda Başbakan Binali Yıldırım partisinin grup toplantısında ‘’bozkurt selamı’’ verirken, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ilk sonuçlanan davasında beş ay hapis cezasına çarptırıldı. Diğer Eş Başkan Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliği düşürüldü. Dört gün önce tahliye edilen eski Grup Başkanvekili İdris Baluken yeniden tutuklandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise “Hayır diyenler 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin destekçileridir” açıklaması yaparak seçim çalışmalarına hızlı bir giriş yaptı. Her seçimde halka vaadler sunan hareketin, bu kez başkanlık sistemiyle halkın hayatında iyi yönde neler değişeceği konusunda söyleyebilecek tek bir sözü bile yokmuş gibi gözüküyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın “Biz CHP, HDP ve PKK ‘Hayır’ dediği için ‘Evet’ diyoruz” sözü de her şeyi özetler nitelikte. Bunun sonucunda da seçmen bu yeni sistemdeki yerini kestiremiyor. Sistem konusunda tek söylenen şey “Güçlü Cumhurbaşkanı” ve hızlı karar alınması. Peki 14 yıllık iktidarları boyunca hangi karar sistem yüzünden yavaş alındı? Hangi fiillerinde sistem bir engel çıkardı karşılarına? Ya da Cumhurbaşkanı’nı bırakın güçsüz kılmayı, yaptığı hatalarda iyi niyetle bile uyarabilecek bir mecra kaldı mı ülkemizde? Bu sorular, “Evet” cephesinin yanıtlaması gereken sorular olarak ön plana çıkıyor.
7 Haziran seçimlerinde başkanlık sistemi projesinden rahatsız olan ve Ak Parti’ye sırt çeviren, ancak 1 Kasım seçimlerinde tekrar yuvaya dönen %10’luk mobil bir seçmen kitlesi var. Bu kitlenin 1 Kasım seçimlerinde Ak Parti’ye dönmelerinin üç ana sebebi vardı: Propaganda dönemi boyunca ‘Başkanlık’ kelimesi ağızlara bile alınmadı, terör sorunu tamamen çözülecekti, bozulan ekonomi düzelecekti.
Bu kez ana konusu ‘Başkanlık’ olan, daha da azmış terör olayları ve gerileyen ekonomiyle gidilen bir seçim var. Sonucun belirlenmesinde bu mobil kitlenin tavrı en önemli etken. MHP tabanının şimdiden ikiye bölündüğü aşikarken CHP tabanında herhangi bir fire beklemiyorum. CHP yönetiminin yapması gereken tek şey seçmenleri üzerindeki umutsuzluğu kırıp, onları oy vermeye teşvik etmek olmalı. Tavrı en çok merak edilen HDP tabanının ise beklenenin aksine fire vermeyeceğini ve parti kararına harfiyen uyacağını düşünüyorum. 2010 yılında yapılan referandumda BDP’nin aldığı boykot kararına seçmenin nasıl uyduğunu seçim sonuçlarından rahatlıkla görebiliriz. Buna bir de yapılan operasyonlar ve HDP’lilerin tutuklanması eklenince en koyu “Hayır” bu seçmen tabanından gelecek diye düşünüyorum.
Sonuç olarak;
Sandıktan “Evet” çıkarsa, hayatımızda kısa vadede herhangi bir değişikliğin olacağını düşünmüyorum. Çünkü bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da söylediği gibi, ‘’Ülkede sistem fiili olarak değişmiştir.’’ Yapılan seçim bu gayrimeşru durumu meşru hale getirmenin seçimidir. Uzun vadede ise Irak ve Libya örneklerine ülkemizin de eklenmesinden korkmaktayım.
Sandıktan “Hayır” çıkarsa, hiç vakit kaybetmeden erken seçim kararı alınacağını düşünüyorum. Amaçlanan ise HDP ve MHP’nin baraj altı kaldığı iki partili mecliste 367 sayısını bulmak ve başkanlık sistemini tek başına meclisten geçirebilmek. 1 Kasım seçimlerine giderken olduğu gibi kızgın bir Cumhurbaşkanı ve bunun getirdiği daha sert bir seçim dönemi düşünün. Böyle bir seçim ülkeyi tamamen ateşe atmaktan farksızdır. İşin ekonomik boyutu ise ayrı bir mevzu. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleriyle kaybolan 2015 yılının buhranını hala atlatabilmiş değilken üst üste iki seçim daha yapılması zaten pamuk ipliğine bağlı olan ekonomiyi sarsar. Yeterince gergin olan ve kampanya döneminde daha da gerilecek ülke gündemi, bir seçim daha kaldırır mı bilemiyorum. Az önce de dediğim gibi HDP ve MHP’nin baraj altında kalmasını isteyecek olan Cumhurbaşkanı ve Ak Parti zaten halihazırda tüm gücüyle HDP’ye cephe almış durumda. Olası bir seçimde MHP’nin üzerine de tüm gücüyle yürüneceğinden hiç kuşkum yok. Böyle bir durumda da, geçtiğimiz günlerde “Eğer Doğu Perinçek ve ‘Hayır’cı yoldaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle ve istisnasız Sayın Erdoğan’ı tercih edeceğimizi herkes bilmeli ve kafasına sokmalıdır” diyen Devlet Bahçeli’nin yüzünün alacağı şekli görmek ayrı bir keyif olabilir, orası ayrı.
17 Nisan sabahı, ülkenin başlıca iki sorunu olan terör ve ekonominin bir günde düzelmeyeceği aşikar. Siyasetçilerin referandumdan çıkacak karara saygı duymaları ve aklıselim davranıp sorun çözmeye yönelik tavır almaları çok önemli. Sandıktan çıkacak sonuç ne olursa olsun, şimdiden hepimiz için hayırlı olsun.