Miray Özkan, mirayozkan@gmail.com

Bilmiyorum siz nasıl deneyimliyorsunuz fakat son yıllarda eşimizin dostumuzun davranışlarındaki değişimler ve sokaktaki çılgınlık düzeyi bana epey dikkat çekici geliyor. Bu konuyla ilgili birkaç yazı yazıldı. Akıl ve duygu sağlığı ile ilgilenen uzmanlar, Türkiyemizdeki çıldırma düzeyini niteliksel ve niceliksel araştırmalarla gözler önüne koydu. Ben ise buradan yola çıkarak dünyadaki ruh bozucu ortamın erkeklik rollerini benimsemiş bireyler üzerine etkileri ile ilgili atıp tutmayı planlıyorum. Toplumun çeşitli kesimlerinden erkeklerin “kadınlık”, “analık”, “bacılık” hususlarında atıp tutmaları ya da akıl vermeleri bu kadar rahatsız ediciyken, “erkeklik” meselesi ile ilgili konuşmaya nasıl cüret ediyorum? Şöyle ki, ediyorum. Çünkü bence durum ciddi.
Kadınların dolaştığı yerler ile dolaşamadığı yerler arasındaki ayrımın keskinleştiğini, kadınların sokakta kendini güvende hissederek dolaşabildiği saat dilimlerinin en çok kadın gördüğümüz sokaklarda bile ayrıştığını gözlemliyorum. Sokakta kendinize yer açmak için biriyle tartışsanız “kadın olduğun için bi şey demiyorum”, “bir de kadın olacaksın” gibi bir karşılık almak ya da bakışlarından “sinirlenince çok çekici oluyorsun bebeğim” dediğini duyar gibi olmak da cabası. Bunları saymakla bitiremiyoruz. Bu konuda örnekler arıyorsanız yüzlerce yazı okuyabilir, kadınların birbirileriyle sıkça paylaştığı günlük yaşam dinamiklerini dinleyebilirsiniz.
Kadının bedenini ve davranışlarını kontrol etmek üzere geliştirilen politikalar, siyasal liderlerin aile ve kadınlarla ilgili söylemleri, artan kadın cinayetleri, hala devam eden eşit işe eşitsiz ücret politikaları, heteroseksüel erkeklerin domine ettiği iş ortamları ve daha bir sürü şey varolmak için kadınların ve LGBTİ bireylerin önüne sürekli aşılması gereken yeni somut engeller koyarken, çeşitli erkeklik rollerini benimsemiş olan heteroseksüel erkeklerin kendi aralarındaki dünyada neler oluyor merak ediyorum. Kamusal yaşam gözlemlerim bana sıkıntılı durumlar olduğuna dair hisler veriyor.
Sokakta saldırmak için küçük bir anlaşmazlık bekliyor gibi görünen bir sürü erkek var. Maço olmak ile olamamak arasında gidip gelen tedirgin ifadeler, “başarılı mıyım değil miyim” sorusuyla harcanan ömürler, üstünün söylediğiyle ters düşmemek için kendini ifade edemeyen memurlar, iş bağlamak için Cuma namazına giden ya da Cuma saati ortalıkta görünmeyen ateistler, sakal bıyık ya da tokalaşma yöntemi ile kimlik beyanında bulunmalar, eğlence yerlerinde bir kadınla konuşmak için yanındaki erkekten izin isteyen ince düşünceli beyefendiler.
Hiyerarşik düzenle birbirine bağlanmış bir takım erkek lonca mensupları tarafından yönetilen devletimizin içinde bir takım güç kavgaları yaşansa da, minareler, kuleler ve tanklarla pekiştirilen bir erkeklik gösterisi izliyor gibiyiz. Bu kadar hiyerarşik bir siyaset ve toplum yapısı içinde hiyerarşinin alt kısımlarında kalan erkeklerle, bu düzene dahil olmayan erkekler neler yaşıyorlar merak ediyorum.
Geçenlerde New York Times’da erkekleri göreve çağıran bir yazı yayımlandı. Thomas B. Edsall’un yazdığı “The Increasing Significance of the Decline of Men”/ “Erkeklerin Düşüşünün Artan Önemi” isimli makalede, Amerika Birleşik Devletleri’nde her ne kadar ülkeyi erkekler yönetmeye devam etse de, nüfusun genelinde işgücüne dahil olamayan ve uyuşturucu bağımlısı olan erkeklerin arttığı ve erkeklerin üniversiteye giriş ve mezuniyet oranlarının kadınların gerisinde olduğu anlatılıyor. Edsall, güncel araştırmaların kadınların yeteneklerini geliştirerek daha yüksek ücretli işlere girmeye başladığını, erkeklerin ise giderek daha “başarısız” olduğunu ve ancak düşük ücretli işlere girebildiklerini gösterdiğini belirterek, bu durumun gerekçesi olarak akademik yayınlarla desteklenen birkaç argüman geliştiriyor.
Çeşitli araştırmalara referans vererek geliştirdiği bu argümanlar epey ilginç. Erkek çocukları stres unsurlarına karşı “nörobiyolojik olarak” daha hassas oldukları için, bekar anneler tarafından yetiştirilen erkek çocuklarının doğaları gereği kız çocuklarından daha fazla psikolojik zorluklar yaşadıkları tespit edilmiş. Bu yüzden, erkek çocuklarının aldıkları bakımın gelecekte iş gücü pazarına katılım ve yetenek geliştirme konusunda daha önemli olduğunu belirtiyor.
Diğer yandan, evliliğin erkeklerin agresifliğini azaltma ve erkeklerin aile ve toplumsal ilişkilere odaklanma olanağını arttırdığını, ancak özellikle düşük gelir gruplarında yukarıda sayılan nedenlerle kendilerini geliştiremeyen erkeklerin evliliklerini aldatma, madde bağımlılığı ve aile içi şiddet gibi nedenlerden dolayı yıktıklarını belirterek bunun da bir kısır döngü oluşturduğunu ekliyor. Kadınlar ise kendi kariyerlerini geliştirirken aynı zamanda kendilerinden daha az eğitimli, daha az akıllı ve daha başarısız erkeklerle evlenmek istemediğinden; evlenmemiş, iş bulamamış başarısız erkeklerin sayısı giderek artıyor diye de belirtiyor. Trump’ın yükselişini ise bu “başarısız” erkeklerin sağ populizme yatkın olmasıyla ilişkilendirmek istiyor.
Bir diğer konu da yeni oluşan hizmet sektörü mesleklerinin sosyal beceriler gerektirmesi. Kadınlar sosyal ve duygusal zekaları daha yüksek olduğu için bu sektörlerde yükseliyor. Erkekler ise testesteron seviyesinden kaynaklı biyolojik sebeplerden dolayı bu işlerde pek de başarılı değil. Erkeklerin büyüyen hizmet sektöründe iki nedenle daha fazla yer almadığına dair de bir bilirkişi görüşüne referans veriyor: Bunlardan ilki bu işlerde daha yüksek ücretler ve daha fazla güvence olsa erkeklerin de bu işlerle ilgilenebileceği, ikincisi ise kadınların kültürel ya da genetik nedenlerle yüksek statüdeki insanlara “hizmet etmeye” daha yatkın olması.
Yazının özü ise, Trump’ın çocuk bakımı ve annelik iznini arttırmaya ilişkin politikalarının bu gerçeklerden yola çıkarak belirlenmiş olabileceği, bu politikaların “başarısızlık” hissi içindeki erkek seçmenlerde oy olarak karşılık bulmuş olabileceği. Sonundaki sorusu ise enteresan: “Sağcı rejimlerin eskiden beri kadınları geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine itme amacı vardır. Burada da olan şey bu mu? Yoksa daha az kötücül ve çok daha önemli bir konu mu?”
Benim “kötücül” olarak anladığım kadarıyla bu yazının özeti şöyle: “Doğaları gereği başarılı olmak için hayatları boyunca anne ve eş yoluyla bakıma ihtiyacı olan, sosyal zekaları zayıf beceriksiz erkekler ile doğaları gereği hizmet etmeyi ve bakım vermeyi seven kadınlardan oluşan bir toplumun ihtiyaçlarına dikkat çeken başarılı bir siyasetçi olarak Trump.”
ABD’de Trump siyasetine karşı yükselen güçlü kadın hareketine Trump ve kabinesinin yaklaşımı “kadın dediğin yerini bilsin” tadındayken, “demokrat” bir erkeğin konuyu bu şekilde ele alışı dikkate değer. Seçilen akademik yayınların ideolojik söylemlerinin yanısıra bir araya getiriliş biçimleri, bilim destekli yüksek inandırıcılık düzeyi ile oluşturulan hikaye, beyaz, eğitimli ve başarılı heteroseksüel erkek okurlarını epey memnun etmiştir diye tahmin ediyorum.
Amerika’nın aşırı muhafazakar, anti-feminist radyo programı The Rush Limbaugh Show’da ise bu yazıya cevaben aşağı yukarı: “Erkekliğimize laf ediyorlar, yazdıkları gerekçeler de palavra, erkeklerin bu durumunun suçlusu kahrolası feminist harekettir” gibi bir değerlendirme yapılıyor. En azından kadınların yükselişinde feminist harekete referans verdiği için teşekkürler.
Bu yazı bana 2015 yılında Yeni Şafak gazetesinde İsmail Kılıçarslan’ın yazdığı “Neşeli dindar kızlar, mutsuz İslamcı delikanlılar” yazısını hatırlattı. Yukarıdaki yazıyla ortak konusu, erkeklerin “başarısızlığını” gündeme getirmesiydi. Bu yazıda da dindar kızların dindar erkeklere göre çok daha mutlu, pozitif, kendini geliştiren tutumlar sergilediği, genç dindar erkeklerin ise oturdukları yerden dünyayı kurtarma sohbetleri yapan ancak mutsuz ve hayata karışamayan bir yaşam sürdüğü anlatılıyor. Bunun gerekçesini ise şöyle ifade ediyor:
Peki, bu makas farkı nereden kaynaklanıyor? O konudaki fikrimi de yekten söyleyeyim: En çok pek muhterem hocalarımızdan… İslamcı delikanlılara gaz vermeye bayılan hocalarımız çocuklarımıza durmadan ‘olmayan bir sosyolojinin içinden’ anlatıyorlar. ‘Erkeklerin üstünlüğü’ meselesinden işe başlayan bu muhteremler, öyle bir ‘ideal eş’ tarifi yapıyorlar ve bunu yaparken delikanlılarımızı öyle bir uçuruyorlar ki… Sanırsınız bizim toplasan üst üste yirmi kitap okumamış, üç cümleyi yan yana koyup derdini anlamlı bir bütün olarak anlatmayı beceremeyen delikanlımız dünyanın en mühim insanı. Kızlarımız ise, bu donanımlı delikanlılarımız için ‘çocuk üretecek’ birer işçi. Gazı alan delikanlı başlıyor asıp kesmeye. Öyle bir anlatıyor ki… Sanırsınız bu pek muhterem hocalarımızın tarifine uygun giyinmeyen kızlarımız sapkınlaşmış durumdalar. Düşük belli kotla, kaslarını gösteren daracık tişörtle dolaşan dangoz, sarık takıp cübbe giyermiş havalarına bürünüp veriyor veriştiriyor kızlarımıza.
Bu yazı da muhafazakar yazarlar ve işadamları arasında çeşitli tartışmalara neden oldu, erkeklere laf edilmesinden hiç hoşlanmayanlar, iyi eğitimli Müslüman kızların muhalif olduğundan yakınanlar oldu. Bu tespiti olumlu değerlendirerek bunun gerekçesini başörtülü kadınların uzun yıllardır verdiği çok yönlü mücadeleyle ilişkilendiren de oldu.
Erkeklerin “kötüye giden durumu” bağlamında geliştirilen yeni “makbul erkeklik” tanımları, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerini yeniden kurmaya yönelik tartışmalar olarak değerlendirilebilir. Krizden kurtulamayan küresel ekonomi ile otoriter muhafazakarlığın önlenemeyen yükselişi, iş yapma biçimlerinde, ahlaki değerlerde, ilişki kurma biçimlerinde bazı değişimlere sebep oluyor gibi görünüyor. Gerekçelendirmeler ve makbullük tanımları coğrafi, kültürel ve sınıfsal olarak değişirken, yarı gerçek yarı yalan bilgilerden güç alarak yeni düzene uygun erkek kimlikleri inşa edilmeye çalışılıyor gibi görünüyor (1). Bu konu uzun ve tartışmalı bir konu gibi duruyor. Ancak “erkeklik elden gidiyor” tartışmalarının ötesinde erkeklik hallerine ilişkin tartışmalar bugünlerde dünyayı anlamak için epey kıymetli.
(1) Erkekliğin toplumsal olarak inşası ile ilgili Raewyn Connell’ın “hegomonik erkeklik” kavramına bakmanızı öneririm.