Canan Gündüz, canangunduzz@gmail.com
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un filmi “Kare” (The Square, 2017), Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülüne layık görüldü ve bir takım tartışmaları da beraberinde getirdi. İzleyicilerden en sık gelen yorumlar, filmin gereksiz uzun bulunmasına ve havada kalıp tatmin edici bulunmayan bir sona yönelik. Eleştirmenler ise genelde filmin birbirine geçen çok katmanlı ve temalı yapısının dağınıklığına değinmişler. Filmin afişinde ve fragmanında yer verilmiş olan performansın rahatsız ediciliği de ortak şikayetler arasında. Ruben Östlund’un bir önceki filmi “Turist”i (Force Majeure, 2014) de çok sevmiş olarak bu filmin sanki “Kare”nin öncüsü olduğu fikrine kapıldım. Tatile çıkan mükemmel aile prototipinin korku ile sınandığı küçük bir kriz sonrası çatırdamaya başladığı bir film ardından modern toplumun samimiyetsizliğinin sorgulandığı bir filme geçiş bence tutarlı olmuş. Kendi değer yargılarınızla, ilişkilerinizle, kendinizle ve en önemlisi kendinizi nasıl gördüğünüzle yüzleşmeye hazır mısınız? Yoksa kendinize yonttuğunuz atıf hatalarını (self-serving bias) baştacı etmeye devam mı? Karenin dışına buyrun lütfen.
Küratörlüğünü yaptığı modern sanat müzesine “Kare” isimli bir enstalasyon uygulama kararı alan Christian (Claes Bang), orta yaşta, yakışıklı, zengin, kibar, sofistike zevkleri olan İsveçli bekar bir babayı canlandırmaktadır. Müzenin önündeki büst kaldırılarak yerine dört adet ışıklı kenarı olan, içi boş bir kare yerleştirilir. Bu sanat eseri ile hem toplumsal duyarlılığın, hem de sosyal mesaj veren bu esere ev sahipliği yapan müzenin prestijinin arttırılması hedeflenmektedir. Filmde sıklıkla kullanılan mottoya göre, kare; güvenin ve yardımseverliğin kutsal alanını temsil etmektedir ve içindeki herkes eşit haklara ve yükümlülüklere sahiptir. Modern sanat adı altında simgelere fazlaca sığınıp yer yer kolaya kaçan sanatçılara ve bu sanatçılar ile eserlerine fazla anlam yükleyen sanatseverlere göz kırpıldığını hissetmedim değil! Hareket koreografı aktör Terry Notary’nin gala yemeğinde bir maymunu canlandırdığı ve şiddet öğeleri içeren psikolojik gerilime dönüşen performansında ise hoşgörünün sınırları fazlasıyla zorlanmaktadır. Bir yandan oyun bozanlık yapmak istemeyen, bir yandan bir sanat etkinliğindeki bir performansta parçası olunan yüksek sosyete tarafından dışlanmaya neden olacak bir çiğlik sergilemek istemeyen katılımcıların gerginliğini paylaşan izleyiciler de güleceklerini tahmin ettikleri o meşhur sahnede şok olmuşlardır. Performans, karenin içinde olma ihtiyacını duyan insanların, bu ihtiyacın yaratıcılarına isyanını mı temsil etmektedir? Diğer yandan sanatçıların tüm dokunulmazlık beklentilerine karşın, sanatın sınırları olmalı mıdır ya da halihazırda tanımında var olmasına rağmen modernizm bunu gözardı mı etmektedir? Kare enstalasyonu için PR ajansının hazırladığı vahşet içeren tanıtım reklam videosunun kurbanı olup linç edilen Christian ise, entelektüelite popülizmine oynamayı hedeflediği için bu sonuçları haketmiştir. Christian’ın yaşadığı düşüşler ise iş ile sınırlı kalmamıştır.
Bir sabah işe giderken birisini krizden kurtararak iyilik yaptığını zannederken soyulduğunu fark eden Christian, çalınan şeylerini yerine koyamayacak durumda olmamasına rağmen giriştiği haklılık arayışı sonucunda istemeden başka insanların haksızlığa uğramasına neden olur. Bu süreçte, karenin vaad ettiği gibi eşit haklara ve yükümlülüklere sahip olmayan insanlara korku, güvensizlik ve şüphe ile yaklaşarak ikiyüzlülüğünü gösterir. Getto bölgesinde lüks arabasına zarar verilmesinden çekinir, yemek ısmarladığı evsizin sandviçini soğansız istemesini küstahça bulur, tek gecelik ilişki yaşadığı gazeteci kızın (Elisabeth Moss) duruma fazla anlam yüklemesini saçma bulur, kızın kondomu çöpe attığından emin olamaz vs. Yaşanılan ve çalışılan steril alanlardan belli kesimlere ve yaralarına dair ahkam keserken, sosyal medyada katılımlarını özenle duyurdukları bağış kampanyalarının öznesi kişilerden ve dertlerinden gündelik hayatta kaçınırken, elden çıkardığı eski giysiyi beğenmeyen yoksul birisini terbiyesizlikle suçlarken ve gündelik ilişkilerde insanlara kendisinin biçtiği roller/mesafeler aksadığında kızarken Christian’ı andırmasına rağmen hiç üstüne alınmayacak kişilere de toplumda sıklıkla rastlayabilmekteyiz. Ne de olsa bizler de modern sanatla beslenen, modern bir toplumun güven sorunları yaşayan, dejenere bireyleriyiz. Yoksa hayatımız gerçekten de bir film karesi gibi mi?