Serkan Murat Kırıkçı, serkanmkirikci@gmail.com

“Gelişen teknoloji hayatımızı nasıl etkiliyor, nasıl etkileyecek?” sorusu üzerine düşündüğümüzde tahminlerimizin dayanakları filmler ve kitaplar oluyor. Doğru çıktıklarını gördüğümüz örnekleri referans alıyoruz zira. Stanley Kubrick’in başyapıtı 2001: A Space Odyssey’de görüntülü görüşmeye şahit olduğumuzda yıl 1968 idi. Şaşırmıştık. Henüz yazı ile bile anlık iletişim kuramıyorduk uzaktakiyle. Teknolojinin nasıl gelişeceğine dair distopyalar ile karanlık gerçeklerle karşılaştık. Robotların insanların sonunu getireceğini, bunun bitmek bilmeyen bir savaş olduğunu gördük. Zamanda yolculuklar yapıldığını gördük. Terminator ile tanıştık. Maymunlar Gezegeni serisinde gelişenin sadece teknoloji olmayabileceğini de gördük. Blade Runner gibi filmler, teknolojik gelişmelerin hayatımızda ne gibi değişikliklere yol açabileceğine dair bize benzer fikirler verdi: İnsanların yalnızlaşması, gündelik hayatın rutinlerinin değişimi, her şeyin olabildiğince öz olması… Yemek için haplar, seks için programlar, programlanmış hisler… Oturduğun yerden her şeyi yapabilme hissi… Filmler ve kitaplar her seferinde bir adım öteye giderek ilerliyor. Beklentilerimizi de yaratıyorlar. Milenyuma girerken bambaşka bir boyuta geçeceğimizi düşünmedik mi? Uçan arabalar, robotlar, akıllı cihazlar, uzayla aramızdaki mesafenin kısalması gibi beklentilerimiz vardı. Geleceğe Dönüş serisindeki uçan kaykayın çıkmasını beklemiştik. Geleceğe dair fütürist her şeyin gerçekleşmesini bekliyorduk. Gelecek senaryoları denildiğinde konuya en çok kafa yoranlardan biri Andrew Niccol, 2018 yılına da bir önerme bıraktı.