Canan Gündüz, canangunduzz@gmail.com
Sanat üreten kesim; (gerçekten de sanat ürettikleri sürece) ilham alabilmek için, kendilerini iyi ifade edebilmek için, çoğu gece olan performanslarını sergileyip gündüzleri dinlenip yenilenmek için, günler süren ve o ışıklar altında saatlerin birbirine geçtiği dizi/film setlerinde rollerine konsantre olabilmek adına aralarda biraz “kafayı dağıtabilmek” için ve tek yönlü biletlerle bilinmezliklere seyahat edip “writer’s block”u aşabilmek için sıra dışı yaşamlar sürdürmekte ve bu döngü de toplum tarafından yadırganmamaktadır. Bir memur gibi sabah 08:00-akşam 17:00 saatlerinde çalışan, öğle arasında yemek, çocuk, yeni açılan marketin ucuzluklarını konuşan sanatçı hiç görmedim, duymadım ben. Diğer yandan, sanatçıların ayrıcalıklı yaşamlarına ve ortamlarına bir ucundan dahil olup, aslında sanat üretmeyen ve “cemiyet hayatının önde gelen isimlerinden” olup magazinlerde boy göstermesine rağmen, olayının ne olduğunu anlayamadığımız türlü simalar (ve de vücutlar) da yok değil. Sanatın ve sanatçının fıtratında olan kaotik yaşam; sanatçının sanatını besleyerek onu devleştirmenin yanı sıra, sanatçının içindeki kargaşayı güçlendirerek onu bir katastrofiye sürükleme gibi güçlere de sahipti. Amy Winehouse da hem sanatıyla gelen, hem de halihazırda olan kaotik yaşamın getirdiği şöhret ile devleşirken, bir yandan sürüklendiği katastrofi ile un ufak parçalara ayrılarak hayattan nasibini alacaktı.
Asif Kapadia’nın yönetmenliğini yaptığı “Amy” belgeselini izlemeyi epey bir erteledim aslında. Şarkılarını ve sesini çok beğenmeme rağmen, dövmeli, piercingli cool bir “junkie”nin hikayesinin bana çok da bir şey katmayacağını düşünüyordum. Sonra da izleyenlerin eski kocasını ve babasını taşlayıp filmden “Alkol, uyuşturucu kötü şeydir. Yapmayın!” sonucuyla ayrıldıklarını görünce bu işin bu kadar da basit olmaması gerektiğini düşündüm. Şarkı söylemeyi, müziği ve cazı seven, ünlü bir sanatçı olmanın değil de küçük bir caz kulübünde sahneye çıkmanın hayalini kuran küçük bir kızın iyi niyetlerle yola çıkıp, yanlış kişiler ve yanlış stratejilerle yürüttüğü ve daha da çok yürütemediği bir hikayeyi gördüm filmde. Ergenlik yıllarında antidepresan ilaçlar kullanan, yeme bozukluğu ve bulumiyası olan, baba figürünün olmadığı ve annenin belki de kendi derdinden çocuklarına fazla bulaşmadığı bir aile ortamının sağladığı zeminde Amy’nin yaşamı, sorunları ve de tüm yaşadıklarından beslenen sanatı filizleniyor. Amy’nin kendine özgü ses tonu ve tarzı ile söylediği şarkılarının sözlerinin hepsinin kendi tarafından, yaşadıklarından esinlenerek yazıldığını göstermek filmin bence en dikkat çekici yönü. Amy’nin güçlü ve iddialı görünümünün arkasındaki hassas, kırılgan, komik ve yer yer umarsız özelliklerini gündelik hayattan, provalardan, performanslardan derlenen karışık videolar ile tanımak da filmin güçlü özelliklerinden. Arkadaşına yeni taşındığı evi gezdirirken ev sahibesinin yokluğunu fırsat bilen Hispanik hizmetçi rolü yapan Amy, katıldığı ilk talk showda “İnsanlar sizi kalıba sokmaya çalışıyorlar mı?” klişe sorusuna “Evet, üçgene sokmaya çalıştılar” olarak yanıt veren Amy, arkadaşlarının cep telefonlarına komik sesli mesajlar bırakan Amy, kilolarıyla dalga geçen Amy, kardeşine neşeli doğum günü şarkıları söyleyen Amy nasıl kendini bir çıkmaza sürüklemeyi başarmıştı?
Bu noktada filmin önde gelen temalarından bağlılık ve bağımlılıktan bahsetmek gerekli. Amy’nin hayatına duygusal anlamda aldığı kişilere körü körüne olan bağlılığı, bir kaçamak olarak sürmesine razıyken ilişkinin bitmesine tahammül edemeyişleri ve evliliğin toplu yıkıma bir çare olmaması sonrasında duygusal bağlılığının yerini maddesel bağımlılıklara bırakması… İşin garibi, Amy uzanan yardım ellerini hiç bir zaman geri çevirmiyor ve rehabilitasyona gitmekten de kaçmıyor. Ancak, çıkış yaptığı “Rehab” şarkısında “Daddy thinks I’m fine” sözlerinde de belirttiği gibi babası rehabilitasyonu gerekli görmüyor. Eski menajeri Nick Shymansky’e göre, Amy o dönemde rehabilitasyona gitmiş olsaydı, o zaman ayrıldığı sevgilisi Blake için yazmış olduğu ve onu zirveye taşıyan “Back to Black” parçası hiç bir zaman ortaya çıkmayacaktı ve belki de Amy şu anda hayallerindeki gibi küçük bir caz kulübünde şarkılar söylüyor olacaktı.
Büyük ününe kavuştuktan sonra ona geri dönerek Amy ile evlenen Blake ve kızının medya nefretine rağmen film projesi için etrafında kameralarla dolanan baba Mitch Winehouse, kuşkusuz filmin en antipati toplayan karakterleri. Madde bağımlılığından ötürü Amy düşüşe geçerken, ödül törenlerinde ve talk showlarda Amy ile dalga geçen insanlar da keza öyle. Ben gene de pek çok karışık kişisel ve çevresel faktörün ürünü olan bu çöküşün birkaç kişiye mal edilmesini çok gerçekçi bulmuyorum. Amy’yi yukarı çekmek için uzatılan yardım ellerinin kendilerinin de aşağı çekilme nedeniyle geri çekilmesi de çok haksız olmayabilir. Bize düşen suçlu bulmak değil, Tony Benett’in “dönemin en iyi caz şarkıcısı” sıfatını yakıştırdığı, Dinah Washington ışığı gördüğü o yetenekli kızın şarkılarındaki hüznü ve arka planı daha iyi anlayarak şarkıları layığıyla daha bir gönülden dinlemek. Konserlerde son derece rahat bir tavır sergileyen, hatta sanki kendi şarkılarından sıkılarak önceden planlanmamış emprovizasyonlar ile şarkılarını söyleyen Amy’nin şarkı söylerken heyecanlandığı ve paniklediği tek yer de idolü Tony Bennett ile şarkı söylediği sıradaydı. Amy’nin dövmelerin, maddelerin, seçici olmadığı cinselliğin istilasındaki vücuduna kıyasla o vücudun içindeki narin kız çocuğunun ruhunu görmek; Amy ve Tony Bennett’in “Body and Soul” düetini daha da anlamlı kılıyordu. Bu, onun son şarkısıydı…