Irmak Akman, irmak@de-da-dergi.com
Kış mevsiminin en sevmediğim yanı dışarı adımımı attığım ya da pencereyi araladığım anda karşıma çıkan acı kömür kokusu. Evimin çok yakınındaki tek katlı bir evde sürekli kömür yakıldığı için kışın evi havalandırmak ciddi bir operasyona dönüştü. Evin bacasının tütmediği ya da ince ince tüttüğü bir anı kollayıp, evin sahipleri sobayı beslemeden pencereleri kapatmış olmam gerekiyor. Yoksa kaşla göz arasında bacalarından kesif bir duman bulutu yükseliyor ve bizim evin içine doluyor. Hava nispeten sıcak olduğu halde neden bu kadar çok kömür yaktıklarını sorduğumda evimde çalışan bakıcı hanım “o evlerin içinin soğuk olduğunu,” ama dumanın bu kadar kötü kokmasının sebebinin kötü kalite kömür kullanmaları olduğunu söylüyor.
Bana çevreyi bu kadar kirletmek suç olmalıymış gibi geliyor, ama tabii ki durum bu kadar basit değil. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2005 yılında çıkardığı Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, soba, kombi ve kaloriferlerin (“yakma tesisleri”) uyması gereken standartlar ile ısınma için kullanılan yakıtların uyması gereken standartları içeriyor. Soba, kombi ve kaloriferin bacalarından atılan partikül madde konsantrasyonu ve islilik derecesi yönetmelik ile belirlenmiş, ayrıca üreticilerin CE uygunluk işareti ya da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan Tip Emisyon Belgesi almaları gerekli. Isıl gücü 15 kW üzerindeki yakma tesislerinin kurulmalarıyla birlikte ya da “önemli bir değişiklik gördükleri” zaman denetlenmeleri gerekiyor. En önemlisi, yönetmelik bu tesislerin sahipleri ya da bu tesisleri işletenlerin, yılda bir defa tesislerin bakımını, onarımını, baca temizliğini ve baca gazı ölçümlerini yaptırmalarını zorunlu kılıyor.
Yönetmelik hangi bölgede hangi özellikteki kömürlerin yakılabileceğine ilişkin de standartlar getiriyor. Hava kirliliğinin belirlenmiş sınır değerleri aştığı il ve ilçelerde kalorifik değeri en az 4800 Kcal/kg, sınırların aşılmadığı il ve ilçelerde kalorifik değeri en az 4200 Kcal/kg, belde ve köylerde ise kalorifik değeri en az 3400 Kcal/kg olan kömürlerin yakılması gerekiyor (200 Kcal/kg’ye kadar tolerans payı var). İthal kömürlerde sınır 6400 Kcal/kg. 2008 yılında çıkarılan bir genelgeyle sınır değerlerinin aşıldığı il ve ilçeler belirlenmiş.
Genelgeye göre katı yakıt satışı yapanların “Katı Yakıt Satıcısı Kayıt Belgesi” alması, yerli kömürler için ise kömürlerin çıkartıldığı ve satılacağı illerdeki Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nden izin belgeleri alınması gerekiyor. İthal kömürler için ithalat sırasında Dış Ticarette Standardizasyon Tebliği kapsamında bir belge, satış öncesinde ise satış yapılacak ilin Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nden satış izni alınması gerekli. Ayrıca yönetmelik, kömürlerin üretildiği, torbalandığı, depolandığı, taşındığı ve satışının yapıldığı yerlerden numune alınarak denetimler yapılmasını öngörüyor. Bazı il ve ilçelerde denetim ve idari yaptırım kararı verme yetkisi belediyelere devredilmiş durumda.
Ancak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından dağıtılan kömürlerin bu kurallara uyup uymadığı, standartlara uyan kömürler kullanılıyor olsa dahi bu uygulamanın hava kalitesi üzerindeki etkileri tartışmalı.
Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun’un, CHP Kocaeli milletvekili Haydar Akar’ın soru önergesine Ekim ayında verdiği yanıta göre 2003-2015 yılları arasında her yıl ortalama 2,3 milyon aileye, toplam 20 milyon ton kömür dağıtılmış. Eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın CHP İzmir milletvekili Alaattin Yüksel’in soru önergesine 2014 Ekim ayında verdiği yanıtta ise, şöyle deniyor: “Gönderilen kömürlerin standartları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayımlanan Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’ne uygun olmak zorundadır, ancak standartlara uymadığı düşünülen kömürler ile ilgili valiliklerce numuneler üzerinde testler yaptırılmakta ve standartlara uymayan kömürler Türkiye Kömür İşletmeleri aracılığıyla iade edilmektedir. İlgili ölçüm raporları ve iade edilen kömürlere ilişkin bilgiler valilikler ve Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından tutulmaktadır.”
Düzce Üniversitesi Hastanesi’nden Prof. Dr. Peri Arbak, hava kirliliğinin insan sağlığına etkileri üzerine akademik çalışmaları bulunan bir göğüs hastalıkları uzmanı. Arbak, kömür yardımlarının yanında vatandaşların doğalgaz bağlantılarını iptal ederek kömüre dönmelerinin de hava kirliliğini artıran bir faktör olduğunu söylüyor. “Düzce’de depremden sonra 3000’e yakın kalıcı konut oluşturuldu ve bu konutlar aslında sıvı yakıt düzenine göre tesis edilmişti. Ama bunlar vatandaşların talebi üzerine yönetimler tarafından katı yakıt kazanlarına dönüştürüldü.”
Arbak’a göre doğalgaz kullanımının sadece desteklenmesi değil, denetlenmesi ve zorlayıcı önlemler alınması gerekiyor. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’ne, esasları İl Mahalli Çevre Kurullarınca belirlenecek şekilde “ısınma amaçlı katı, sıvı ve gaz yakıtlı yakma tesislerini belirli zamanlarda çalıştırma, katı ve sıvı yakıtların kalitesinde iyileştirme yönünde yeni düzenleme yapma” yetkisi veriyor. Örneğin Denizli ve Konya Mahalli Çevre Kurulları, geçmişte doğalgazın ulaştığı mahallelerde kömür yakılmasını yasaklayan kararlar almış, ancak bu kararlar yargıya taşınmış. Konya’nın yürürlükteki Temiz Hava Eylem Planı, merkezi sistem kömürle ısınan tüm binalarda kömür kullanımının sonlandırılarak alternatif temiz yakıta geçilmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca İl Mahalli Çevre Kurulları, yönetmelikte belirlenenden daha kaliteli kömür kullanılması için karar alabiliyor. Belki de İl Çevre ve Şehircilik Müdürlükleri ile belediyelerin hava kirliliğine karşı ellerindeki en etkili silah, yönetmelikte belirlenen düzenli denetimleri, özellikle baca gazı ölçümlerini aksatmadan yapmak.

Hava kirliliği ölçümleri
Türkiye’de hava kirliliği ölçümleri, 2008 yılında yayımlanan Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği ile 2013 yılında çıkarılan Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Genelgesi çerçevesinde yapılıyor. Bu düzenlemelerde değişik kirleticiler için limit değerler ve yıllar içinde azaltılarak AB seviyesine indirilmesi öngörülen “tolerans payları” ve uyarı eşikleri belirlenmiş. Ulusal Hava Kalitesi Ölçüm Ağı web sitesinden (http://www.havaizleme.gov.tr) hava kalitesi izleme istasyonlarının verilerine anlık ve geriye dönük olarak ulaşılabiliyor. Örneğin Beşiktaş için ölçümler 2007’ye kadar gidiyor. Ancak her istasyon mevzuatta belirtilen her kirleticiyi ölçmüyor, ayrıca siteye girdiğinizde pekçok istasyonun o anda aktif olmadığını görüyorsunuz.
Genelgede, İl Çevre ve Şehircilik Müdürlükleri’nin yüksek kirlilik potansiyeli olan illerde Temmuz 2014’e, düşük kirlilik potansiyeli olan iller arasında limit değerleri aşan illerde ise Aralık 2014’e kadar, hava kirliliğinin boyutunu, nedenlerini ve hava kalitesini artırmak için alacakları önlemleri açıklayan Temiz Hava Eylem Planları hazırlamaları gerektiği belirtilmiş. Pek çok ilde henüz bu dökümanlar hazırlanmamış durumda. İstanbul Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü’nün web sitesinde, 07.12.2015 tarihinde, Temiz Hava Eylem Planı’nın valilik onayına sunulduğu duyurusu yayımlanmış. Ankara’nın Temiz Hava Eylem Planı 26.03.2015’te kabul edilmiş.
Ayrıca her il için emisyon envanteri hazırlanması gerekiyor. TUIK, her yıl iki yıl öncesinin ulusal sera gazı emisyon envanterini yayımlıyor. Mayıs 2015’te yayımlanan 2013 envanterine göre emisyonların %67.8’i enerji kaynaklı, yani fosil yakıtların yakılması sonucu açığa çıkmış. Bu rakama enerji üretimi, trafik ve ısınma sonucu açığa çıkan emisyonlar dahil.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın web sitesinde, Hollanda Hükümeti Çevre ve Halk Sağlığı Ulusal Enstitüsü ve Bakanlığın işbirliği ile Adana, Ankara, Erzurum, Mersin, Gaziantep ve Samsun için hazırlanmış hava kalitesi değerlendirme raporları bulunuyor. Örneğin Ankara için hazırlanan rapora göre, 2011 yılında partikül madde (PM10) emisyonlarının %58’i, kükürtdioksit (SO2) emisyonlarının %97’si evsel ısınma kaynaklı gerçekleşmiş.
Peri Arbak’a göre Ankara ve Düzce gibi coğrafi olarak çanak yapısına sahip olan kentler, hava kirliliğini daha yoğun yaşıyor. Böyle kentler, kirli havanın dağılmasını engelleyen meteorolojik bir durum olan “terselme-inversiyon” tehlikesi ile de karşı karşıya kalıyor.
“Terselme kader değil, ona karşı da önlem alınabiliyor,” diyor Arbak. “Kent planının çevre dostu hale getirilmesi, kentin hava akımını sağlayacak yerlerine yüksek binalar dikilmemesi, kentin havalanabilmesi çok önemli. Hava kirliliğine karşı uzun erimli önlemler dediğimizde yeni yerleşim alanlarının planlanması, uygun inşası, yer seçimi, konutların ısınma biçimi, ulaştırma kanal ve biçimleri, havalanma kanalları, hakim rüzgarların yön ve hareketi, yeşil alanlar… Bunların hepsine dikkat edilmesi gerekiyor. Mesela 20 milyonluk Mexico City’de çok büyük bir kirlilik varmış. Mexico City’de yeşillendirmeyi önermişler. Çok sayıda, bir vatan millet sorumluluğuyla her yere ağaç dikmişler şehir içinde. O çok önemli oranda hava kirliliğini emmiş. Bunun bir simgesi olarak da, sanırım bir mimar yapmış bunu, ağaçtan heykeller de dikilmiş şehrin içine. Çatı katları dahi ağaçlandırma için kullanılmış, ayrıca binalar arasındaki her alan yeşil bahçeler haline getirilmiş ve orada sebzeler yetiştirilmeye başlanmış.”
09.12.2015 tarihinde Ulusal Hava Kalitesi Ölçüm Ağı web sitesine giriyorum. Hava Kalitesi İzleme İstasyonları’nın verilerine göre Türkiye genelinde birçok istasyonda, özellikle Ankara başta olmak üzere büyük şehir merkezlerinde hava kalitesi “hassas” veya “sağlıksız” olarak ölçülüyor. Değişik kirleticilerin ölçüm değerleri biraraya getirilerek, ulusal mevzuata ve sınır değerlere göre Hava Kalitesi Endeksi oluşturuluyor. Sınır değerlerimiz AB sınır değerlerinden yüksek olduğu için Hava Kalitesi Endeksimizin de AB ülkelerine göre daha iyimser olduğunu söyleyebiliriz. (Ulusal Hava Kalitesi Ölçüm Ağı web sitesinin “Bilgi” bölümünde detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.)
Hava kirliliğinin sağlığa etkileri
Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi, Kasım ayında “Kömür Raporu: İklim Değişikliği, Ekonomi ve Sağlık Açısından Türkiye’nin Kömür Politikaları” adında bir rapor çıkardı. Rapor, başlığı daha kapsamlı görünmesine rağmen tamamen kömür santrallarıyla ilgili ve devletin kömür santrallarını destekleyen politikalarını eleştiriyor. Isınma konusuna değinilmemiş olsa da, raporun Ege Üniversitesi’nden Ali Osman Karababa’nın hazırladığı hava kirliliğinin insan sağlığına etkileriyle ilgili bölümünden bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
17 Eylül 2013 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) dış ortam hava kirliliğini insanlarda kansere yol açan nedenler (Grup 1) arasına dahil etmiş. Dış ortam hava kirliliğinin akciğer kanserine neden olduğunu, ayrıca mesane kanseri için de önemli bir risk faktörü oluşturduğunu duyurmuş. Önemli bir kirletici olan havada asılı tanecikler (PM) de insanlarda Grup 1 kanser yapıcı etkenler arasında sayılmış.
Hava kirliliğinin insan üzerindeki etkisi alınan doz, maruz kalışın yinelenmesi, maruz kalış süresi gibi faktörlerin yanı sıra kişinin yaşı, cinsiyeti, yaşam tarzı, kalıtsal özellikleri ve sağlık durumu gibi faktörlere göre değişebiliyor. En yüksek risk altındaki gruplar bebekler, gelişme çağındaki çocuklar, gebe ve emziren kadınlar, yaşlılar, kronik solunum, dolaşım sistemi hastalığı olanlar, endüstriyel işletmelerde çalışanlar, sigara içenler ve düşük sosyoekonomik gruplara mensup kişiler. Değişik kirleticilerin etkileri de farklı oluyor, ancak hava kirliliğine maruz kalan kişilerde genel olarak şu sağlık sorunları baş gösteriyor:
- Solunum sistemi enfeksiyonlarına yatkınlık,
- Allerjik solunum sistemi hastalıklarında alevlenme,
- Kronik obstrüktif akciğer hastalığında alevlenmeler,
- Gözde irritasyon,
- Solunum sistemi kanserleri,
- Solunum ve dolaşım sistemi hastalıklarının görülme sıklığında artma,
- Solunum ve dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölüm oranlarında artma.
Peri Arbak ve Doç. Dr. Ege Güleç Balbay, 2012 yılında HealthMED dergisinde yayımlanan akademik çalışmalarında hava kirliliği ile hastane başvuruları arasındaki ilişkiyi somut bir şekilde ortaya koymuşlar. Çalışmada 2009 yılı boyunca Düzce Devlet Hastanesi’ne başvuran 30,000’in üstünde KOAH (müzmin bronşit ve amfizemin içinde bulunduğu kronik obstruktif akciğer hastalıkları), astım, akut bronşit, zatürre, üst solunum yolları enfeksiyonlarının bir biçimi olan akut nazofarenjit, akut farenjit, tonsillit (bademcik iltihabı) ve burun nezlesi (saman nezlesi) hastası incelenmiş.
Arbak çalışma sonuçlarını şöyle özetliyor: “Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart’ta hasta başvuruları artıyordu, bu kış kirliliğinin, yakıt kirliliğinin en önemli belirtisidir. Temmuz, Ağustos, Eylül’de ise başvurular azalıyor. Düzce iline ait ortalama SO2 ve PM10 konsantrasyonları da ne tesadüftür ki Kasım, Aralık, Ocak, Şubat ve Mart’ta artarken, Temmuz, Ağustos, Eylül’de azalıyormuş. Bütün grafiklerimiz bunu gösteriyor.”
Arbak ile Balbay, 2013 yılında Solunum Hastalıkları dergisinde yayımlanan bir diğer makalelerinde ise partiküler madde kirliliğinin KOAH ve astım hastalarının acil servise başvuruları üzerindeki etkilerine bakmışlar. Bu çalışmada PM10 konsantrasyonunun 100 mikrogram/metreküp’ün üstünde olmasıyla astım ve KOAH başvuruları arasında çok anlamlı bir ilişki bulunamamış, ama buna rağmen yaşlılarda, erkeklerde ve kış aylarında KOAH’lı hastaların, kadınlarda ve sonbahar aylarında ise astımlı hastaların acil müracaatlarının arttığı gösterilmiş.
“Sağlıklı hava hakkımızı da mücadele ederek almalıyız”
Arbak, hava kirliliği konusunda sivil toplum örgütlerinin sessiz kaldığını düşünüyor. “Sağlıklı hava hakkımızı da mücadele ederek almalıyız. Toplumu sessiz buluyorum, bu beni kaygılandırıyor. Mesela Ankara’da sınır değerlerin, eşik değerlerin aşıldığını biliyorum. Sivil toplum örgütleri olarak, sağlık örgütleri, dernekleri olarak hangi dünya görüşünde olursak olalım sokağa çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Çok daha yırtıcı, çok daha sonuç alıcı eylem ve etkinlikler yapmalıyız. Hem valilikleri hem de belediyeleri çok yoğun şekilde kamuoyu baskısı altında tutmalıyız. Basının bunu sürekli gündemde tutmasını sağlamalıyız.”