Irmak Akman, irmak@de-da-dergi.com

Birkaç yıl önce gazetelerde ünlü bir iş adamının, beş yaşındaki kızına bakan Özbek bakıcıyı darp ettiğiyle ilgili haberler çıkmıştı. Bakıcının kendi ifadesine göre işverenleri gelmeleri gereken saatten daha geç geleceklerini haber vermiş, o da bir arkadaşıyla buluşup ona borcunu ödemek zorunda olduğu için çocuğu alıp Fikirtepe’ye götürmüş. Bu sırada aileye haber vermemiş, aile de çocuklarının kaçırıldığını düşünüp paniğe kapılmış. Bakıcı çocukla beraber eve döndüğünde de baba bakıcıyı (demir çubukla) darp etmiş. Haberde kadıncağızın sargılar içinde bir de fotoğrafı vardı.
Haberi okuduğumda olayın sorumluluğun anne-babada olduğuna kanaat getirmiştim. Koskoca bir iş adamı/iş kadını çocuklarını doğru düzgün tanımadıkları bir kadına emanet etmişlerdi. Bu konuda tecrübe kazandıkça ve etrafımdaki hikayeleri dinledikçe, düzgün ve güvenilir ev hizmetlileri bulmak için ne kadar çaba gösterirsek gösterelim, sistemdeki arızalar nedeniyle ciddi güvenlik riskleriyle karşı karşıya olduğumuzu anladım. Sadece kendi açımızdan bakmayalım; aynı sebeplerden ev hizmetlerinde çalışan kadınların güvenliği de tehlikede. Bu haber için konuştuğum anneler ve ev hizmetlilerinden duyduğum hikayeler, basına yansımasa da yukarıdakine benzer olayların sık sık yaşandığını gösteriyor.
İki yaşında bir kız çocuğu annesi Ezgi Hanım* hamileyken başına gelen bir olayı şöyle anlatıyor: “Yatılıydı. Bir hafta çalıştı. Bir takım yanlışlarını gördüm. Ben senle çalışamayacağım, toparlan git dedim. ‘Sen beni nasıl çıkarırsın ben çocuklarıma bakıyorum’ diye girişti bana. Eşim de bahçe tarafında bir yerlerdeydi. O araya girdi derken bana beddua ediyor ‘çocuğun ölsün inşallah sakat doğsun inşallah.’ Kaçak olduğu halde jandarmayı çağırdım. Neyse ne dedim artık canım yanıyor. Karnımda bebek tekme atıyor. Ajansı arıyorum ‘beni dövdü, karnıma tekme attı,’ diyorum, ajans ‘jandarmaya gitmeyin benim başım yanar,’ diyor.”
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Temmuz 2016’da yayımlanan verilerine göre, 2015 yılında verilen 64 547 çalışma izninin 16 825’i ev hizmetleri sektöründe verilmiş. Sadece bu sektörde çalışanların uyruklarına göre dağılımını gösteren bir istatistik yayımlanmamış, ancak yabancı kadın çalışanların çoğu Gürcistan, Ukrayna, Filipinler, Endonezya, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Moldova ve Rusya’dan geliyor.
Turkey Relocation Management Services şirketinin hazırladığı bir dökümana göre, çalışma izinleri yurt içinden ya da yurt dışından başvuru yapılarak alınabiliyor. Yurt içinden başvuru yapılması için yabancının öncelikle geçerli bir oturma izni olması veya oturma izni alması gerekiyor. İlk başvuru yapanların randevuları uzak tarihlere verildiği için bu prosedür uzun sürebiliyor. Yurtdışından çalışma izni başvurusu yapanlar ise Türkiye’deki işverenleri ile birlikte hazırladıkları evrakları ülkelerindeki Türkiye Temsilciliğine sunuyor. Çalışma izni alındıktan sonra sigorta işe girişi yapılıyor. Çalışma izni işverene bağlı ve çalışan işten ayrılırsa iptal ediliyor. Oturma izni olsun veya olmasın, çalışma izni olmayan bir yabancıyı çalıştıran işverene 8848 lira idari para cezası kesiliyor. Buna rağmen çok sayıda yabancı çalışma izni olmadan çalıştırılıyor.
Ajanslar da, devlet de sorumluluk almıyor
Çalışma izni olsun ya da olmasın, Türkiyeli ya da yabancı ev hizmetlilerinin ve işverenlerin hayatında ajanslar (ya da aracılar) önemli bir rol oynuyor. Ancak ajanslar, pek çok durumda ev hizmetlileri ve işverenleri bir araya getirmenin ötesinde iki tarafa karşı bir sorumluluk taşımıyorlar.
Yine Ezgi Hanım anlatıyor: “Ajans bir kere size eleman gönderdiği zaman elemanı tanımıyor. Ama size tanıdığını söyleyip getiriyor, çok iyi temizlik yapıyor, şudur budur diyor. Ama eleman işe başladıktan bir gün sonra öğreniyorsunuz ki, Aksaray’da bir çay bahçesinde buluşup tanışmışlar, yaşını bile bilmiyor elemanın. Mesela elemanla problem yaşıyorsunuz, evimde hırsızlık oldu ve ben cep telefonunu takip bile edebildim IPhone uygulamasıyla. Dedim ki gidin bunu bulun size çok yakın bir yerde. ‘Beni ilgilendirmez,’ dedi. Bıktım, arkasını takip etmiyor bu ajanslar, sözleşme yapsanız dahi. Ki sözleşme daha da kötü. Size diyor ki sözleşmede altı ay süresince tekrar komisyon vermeksizin eleman temin edilir. Altı ayı üç gün geçiyor elemanı çıkartıyor işten ajans. Size yeni eleman vermek için, yeniden komisyon almak için.
Önüne gelen ajans oldu. Aksaray’da T-shirt satıyor arka tarafta bir oda yapmış beş tane kadın. İşin pis tarafı da, erkek olan ajanslardan [aracılardan] bahsediyorum, gözümle gördüm, önce başka türlü bir deniyor onları.”
Beyza Hanım çocuk bakıcılığı yapıyor ve o da kayıtsız aracılardan şikayetçi. “Şahıs yapıyor bunu. Diyelim çevresi çok, artık belli işverenleri de tanıyor. İşveren diyor ki bir sohbet sırasında ‘benim bir temizlikçiye, bir dadıya ihtiyacım var.’ ‘Aa dur ben biliyorum,’ diyor, bu tür şeylerde hemen birbirleriyle haberleşiyorlar. İletişimleri çok fazla var, herkesin birbirinde telefonu var. Ajanslar denetlenmeli, belli başlı olmalı, belirli yerlerde olmalı ve denetlenmeli. Ne oluyor, ne gidiyor, ne bitiyor buranın içinde ne oluyor? Bazı ajanslar ajans adı altında farklı şeyler de yapabiliyorlarmış.”
İki çocuk annesi Deniz Hanım, bakıcı bulmak için uzun süredir Abdullah Bey isminde bir aracıyla çalışıyor. Bakıcıların yarattığı güvenlik risklerine karşı Abdullah Bey’in işverenlere nasıl yardımcı olduğunu şöyle anlatıyor:
“Uzun süre bir bakıcıyla çalıştım sonra kayınvalidemin bir yüzüğünü çaldı. Ama adam bundan sorumlu değil. Ajansın suçu değil. Adam elinden geleni yapıyor, bir de bana diyor ki, ‘herhangi bir şey olursa bana o an haber ver diyor, ben gelip hallederim. İspatın olacak ama,’ diyor. ‘Kapıları kilitle, kızı hiçbir yere gönderme, bir şey de çaktırma, ben bulurum,’ çünkü öyle yaptığı oluyor. Bir şey kaybolduğu zaman basıyor geliyor, 24 saat, onun garantisini veriyor sana, diyor ki paraysa para, eşyaysa eşya, hatta bana şu garantiyi verdi: ‘Abla sana bir yanlışı olursa çocuğuna dokunursa ben onun gereğini yaparım.’ Bence de stabil birisinin olması gerekiyor, çünkü bunlar bizi takmıyor. Çekinmeleri gerekiyor bir adamdan. Adamın onlara ‘gelip seni bulurum, gerekirse dövdürürüm, gerekirse deport ettiririm’ diye gözdağı vermesi gerekiyor. Çocuğumun kolunun kırılmasına sebep olan kız da Abdullah Bey’den geldi, ama adam ne yapsın? Ben de öğretmenim, insanları tavsiye ediyorum ama referans veremiyorum. Diyorum ki bilmiyorum, memnun kalır mısın, kalmaz mısın, insan çünkü bu. Hiç kimse hiç kimsenin referansı olamıyor.”
İki çocuk annesi avukat Ayşe Hanım, Damla, Okyanus gibi büyük ajansların kayıtsız aracılara kıyasla daha güvenilir olduğunu kabul etmiyor. “Ajansların kurumsal olup olmamasının, yani kağıt üstünde Çalışma Bakanlığı’ndan izni olup olmamasının hiçbir anlamı yok onu gördüm, anladım. Çok çeşitli profille çalıştım. Çantacılar var biliyorsunuz, getiriyor kadını. Onlarla da çalıştım ajanslarla da çalıştım. Bence burada kişiye bakıyor. Mesela Sonya diye bir kadınla çalıştım. Kadın Moldov, senelerce burada bakıcılık yapmış şimdi bakıcı buluyor insanlara. Çok ahlaklı ve sorumluluk duygusu o kadar yüksek bir kadın ki.”
Ayşe Hanım’a, güvenlik risklerini azaltmanın bir yolu olup olmadığını soruyorum.
“Kesinlikle var. Bu kadar büyük bir sektörün bu kadar az regüle edilmesi, yasal anlamda söylüyorum, inanılmaz. Bunun bir kere bir kaydının kuydunun olması lazım. Evimizde çalışan kadın basıp gittiği zaman, eşyalarımızı aldığı zaman biz o kadını hayatta hiçbir yerde bulamayız. Allah korusun çoluğa çocuğa zarar vermesinden bahsetmiyorum bile. Hiçbir şekilde bulamayız o kadını. Artı hiçbirimiz maaşını bankadan ödemiyoruz, kimin ne olduğu belli değil. Birincisi ajanslarda gerçek bir düzenleme gerekiyor. Ajansları gerçek anlamda kontrol altına almak gerekiyor. Sonrasında da bu çalışma izni sistemi, çalışma iznini veriyor devlet, izinsiz çalışanı artık saymıyorum bile ama izni veriyor, ondan sonra hiçbir şeye bakmıyor. Çalışma iznini verdikten sonra o iptal ediliyorsa üstüne ikamet izni vermeyecek. Çünkü ondan sonra yine Türkiye’nin karanlık sokaklarına gönderiyoruz biz o kadınları nerede kimin ne olduğu belli olmuyor. Ve kim alıyorsa, sponsoru kimse o çalışma izninin, ona bağlı olacak, onun mesuliyetinde olacak bu kişi, o zaman emin olun her şey çok daha düzene girer. Artı maaşlarla ilgili de bir düzenleme yapmak gerekiyor. Bilhassa şu ortamda anormal para gidiyor yurtdışına. Döviz möviz diyoruz hepimiz her ay döviz bürolarına koşuyoruz değil mi maaşlarını ödemek için. Regülasyon regülasyon regülasyon, başka yolu yok. Çalışma Bakanlığı’nın bu meseleyi, Yabancılar Daire Başkanlığı’nın bu meseleyi bu çerçevede ele alması gerekiyor. Bir, evinde yabancı çalıştıran Türk vatandaşlarının güvenliği açısından bakması, iki, ekonomik etkilerine bakıyor olması gerekiyor.
Şu anda hiçbir şeye bakmıyorlar. Ben başvurduğum zaman ve yatılı istiyorum çünkü küçük çocuğum var dediğim zaman direkt olarak izni veriyor. Sonra gelip benim evime bir kere bakmıyor bile zaten. Baksın bakmasın belki o da çok önemli değil. Ama ben gerçekten bu kişiyi çalıştırıyor muyum? Bir de şöyle bir boyutu var meselenin, farklı işler yapan kadınlar için söylüyorum, birilerinin üzerinden çalışma izni alıyor, öyle de devam ediyor. Çok fazla sahte çalışma izni de var. Akşamları bilmem nelere çıkıyorlar falan filan hikayelerini bile duyuyoruz. Bunların hem izin saatleri, hem çalışma sistemleri devlet tarafından kontrol edilirse, kötü muamele gören bakıcının da şikayet edecek bir yeri olur. Bizim Araştıran Anneler’de [Facebook grubu] yaptığımız ‘Kara Liste’ var ya, o Kara Liste’nin aslında bakanlıkta olması gerekiyor. Ben birisine iki senelik veya bir senelik çalışma izni aldıysam ve altıncı ayında o gidiyorsa, bir kere bakanlığa bunu bildirirken sebep yazıyorum, niye diyorum, çünkü kendisi ayrıldı veya ben gönderdim diyorum. Orada bana sorması lazım: Belirli haller olmalı, işe zarar verdi mi, işyerine zarar verdi mi, çocuğa zarar verdi mi, yalanı dolanı bilmem neyi… Ya da bu işi yapma anlamında kapasitesi var mı? Bunu yapabilir mi? O zaman başkasının yanında bu izni vermemesi lazım belki de.
Hala ikamet izniyle çalıştırmaya göz yumuyor devlet. Alenen göz yumuyor. Onu yaptığı müddetçe de bunları kayıt kuyut altına almak mümkün değil. Yani şöyle bir sıkıntı var: Mesela Reina’daki terörist var ya. Özbek mi Uygur mu karısıyla gelmiş sonra ortaya çıktı bir sürü insan. Belki bu insanlar bir dönem gizlenmek amacıyla, bir adresleri olsun diye bir yere girecek. Çünkü o kadar kolay ki herhangi bir yere gidiyorsun. Ben diyorsun memleketten geldim falan filan, iş fiyata bakıyor. Biraz da fiyatı indiriyorsun 500 dolar diyorsun hop birisi tamam gel diyor sana.”
Ayşe Hanım, ne ajansın, ne de devletin sorumluluk aldığı bir ortamda, kendi güvenliğini sağlamak için kurduğu “sistem”i şöyle anlatıyor:
“Kendimi güvene almak için referansları kontrol ediyorum ama referansa çok da fazla inanmıyorum. İki anlamda; bir zaten verdikleri referansların çoğu sahte. İkincisi de referans çok kişisel bir şey, herkesin kendi beklentisiyle alakalı, bir bakıcıdan benim beklentimle arkadaşımın beklentisi çok farklı. Ben ne yapıyorum, kameram var, kameralarım açık, kameram olduğunu söylüyorum, ondan rahatsız olacak insanı almıyorum. Artı pasaportunu alıyorum, her izne giderken de veriyorum pasaportunu ki, eğer gerçekten kaçmak gibi bir isteği varsa zaten izindeyken kaçsın, bir sıkıntı yok bunda. Ama ben yokken de çocuğumu bırakıp gitmesin, bunları çok duydum çünkü. Çünkü pasaport işinden korkuyorlar. Bu ikisiyle kendimi güvene almaya çalışıyorum. Herkes gibi ben de Facebook’ta şurada burada araştırıyorum, hesabı varsa söylemeden takip ediyorum, arkadaşları kimmiş bakıyorum, resimlerine bakıyorum falan. Ne kadar anlayabilirsek buradan.”
Güvenlik riskleri sadece aileler için değil, ev hizmetlileri için de geçerli. 1998 yılından beri ev hizmetlisi olarak çalışan Sevil Hanım, yaşadığı taciz olayını şöyle anlatıyor:
“70-80 yaşında insanlara bakıyordum. Hasta diye, kadın göğüs kanseriydi. Adam camdan beni gözetliyordu, taciz ediyordu. Kocası, 74 yaşında adam babamdan bile büyük o zamanlar. Mutfakla banyo karşı karşıyaydı, böyle gözünü dayıyordu, ciddi diyorum psikolojim bozulmuştu. Kadın da beni çok seviyordu kızı da çok seviyordu. Çocukları da. Şuraya kadar sabır, tahammül edemez hale gelmiştim ama tahammül ettim 7-8 ay. Psikolojim bozuldu en son. Beni kenara sıkıştırıyor – kızıyla ailesi olduğunda beni kızım çocuğum diye seviyor, mutfağa geliyor bana diyor ki şu parayı alsana, para veriyor bana, sana yüzük alayım mı, pastanede buluşalım mı. İlginç yani. Çoluğum çocuğum var psikolojim bozuldu.”
Adaylar nasıl daha önce çalıştıkları aileleri referans gösteriyorlarsa, ailelerin de yanlarında daha önce çalışmış ev hizmetlilerini referans göstermeleri gerektiğini savunuyor Sevil Hanım. “Çalışanlar nasıl referans veriyorsa işverenler de versin. Biz kendimize güveniyoruz, sağlık raporu, adli sicil kaydı, referanslarımızı getiriyoruz. Ya patronlar katilse, ya patronlar hırsızsa? Benim başıma bir taciz olayı geldi, nereden bileyim taciz, tecavüz olmayacağını?”
Neden yabancılar tercih ediliyor?
Görece yüksek güvenlik risklerine, izin prosedürlerine ve kurun yükselmesiyle daha da maliyetli hale gelmelerine rağmen yabancı bakıcılara yoğun bir talep var. Konuştuğum annelere ve ev hizmetlilerine bunun nedenini soruyorum.
“Benim ve eşimin işi geç bittiği için yatılı istiyoruz. Bir de çocuk servisine sabah biz çıktıktan sonra biniyor,” diyor Deniz Hanım.
Ezgi Hanım, gündüzlü bakıcıların sık sık izin istemesinden şikayetçi. “Gündüzlü bakıcıların bahanesi çok oluyor. Sabah kalkıyor ‘dişim ağrıyor,’ diyor, ben bunu doğrulayamam. Kalkıyor ‘eşimin tansiyonu yükseldi bugün doktora gideceğiz,’ diyor, bunu da doğrulayamam. Onların kaprislerinden dolayı biz döndük. Ben niye istemeyeyim ki Türk olsun evimde? Benim yediğim yemeği bilsin, benim kullandığım yağı bilsin, Domestos dediğim zaman yüzüme aval aval bakmasın.”
Beyza Hanım, Türkiyeli kadınların bilinçsizlik ve önyargılar yüzünden bu alanda çalışmadığını anlatıyor. “Ta yabancı ülkeden bu sektörü keşfedip gelenler var, ama benim yaşadığım bölgede danışmanlık [ajans] olduğundan haberi olmayan insanlar var. Bana soruyorlar ‘sen nereden buldun o işi, nasıl yaptın?’ Türkler bilmiyor ama yabancılar bu altın yumurtlayan tavuğu çoktan keşfetmiş ve bunun sütünü kaymağını yiyorlar. Ama Türklerde böyle bir şey yok. Bir de Türkler ataerkil bir toplum olduğu için, genelde kadınlar çalışmaz. Geçen gün evimize oğlum sünnet olduğu için kalabalık bir topluluk geldi. Eşim görümceme dedi ki, ‘artık sen de işe girebilirsin, çalış, kendine destek çık.’ Hemen büyük kaynım atıldı, ‘sen niye çalışıyorsun? Senin ihtiyacın mı var? Ayıp, hadi Beyza’ya bir şey demiyorum borçları var çalışıyor,’ dedi. Beni tenzih etti ama, bir tepki verdiler ben şok oldum, öyle kaldım. Erkek kadınını çalıştırmazmış. Çoğunluğu öyle düşünüyor. Kadın güçlü olursa beni ezer, benim sözümü dinlemez, diş geçiremem kadına.”
Sevil Hanım, ev hizmetlerinde çalışması sayesinde tek başına bir hayat kurabildiğini anlatıyor. “Kendi çocuklarımızı, kocasından ayrılan kadınları eğitebilirler, kadınlar sokağa düşmez, yoksulluk çekmez. Patron desteğiyle şehirlerde yaşayan kadınlar, herkes ev işinde çalışabilir. Belki köydeki kadınların işi daha zor olabilir, bir şey bilmeyebilir ama şehirde yaşayan ütü temizlik biliyor. Kendi kadınlarımız kocalarından dayak yerken susmaz hiç değilse. Ben eşimden ayrıyım. Ev işinde çalıştığım için eşyalarımı alabiliyorum, kiramı ödeyebiliyorum. Ev işinde çalıştığım için de mutluyum. Niye mutluyum, ha başbakan ha ben, alın terimle kazanıyorum. Ben bu mesleği edinmeseydim, bu işte çalışamasaydım ne olacaktı?”
*Konuştuğum kişilerin isimlerini değiştirdim.