Melis Oğuz, meloguz@gmail.com
Yan Yol’un ilk programından bu yana, sürekli kutuplaşma olgusundan bahsettik; farklı tematik sohbetlerimizde söz konusu meseleyi sosyo-kültürel zıtlıkların uçurumlaşmasına bağladık. Bu meseleyi çok evirip çevirmek ya da çok sıklıkla söz eder hale gelmek, bende bu yazıyı kaleme alma içgüdüsünü tetikledi. Madem toplum ve kültürle ilgili sohbetlerimizin bir çoğunda kutuplaşmadan bahsetmeden programı kapatamaz hale geldik, o halde bu konu üzerine daha fazla düşünmek, yazmak, çizmek, okumak ve hatta araştırma yapmak da gerekiyor diye düşündüm.
de/da’yı takip edenler ve Yan Yol’daki sohbetlerimize aşina olanlar bilecektir; araştırma yapmak benim için önemli. Aklıma takılan soruların yanıtlarını bulabilmek için uzun soluklu araştırma projeleri yapmak, sahada çalışmak, kafamı bulandırmak en büyük zevkim. Yaptığım akademik çalışmalarımdan birisini yayınlamak için dergi araştırırken, İdealkent dergisinin bir sonraki sayısının güvenlik ve kent teması altında çıkacağını gördüm. İlgimi çeken konularla karşılaştığımda sessiz tutmayı beceremediğim beynim başladı gırlamaya, gurlamaya. Belki yine çok kereler söz etmiş olduğum için bilenleriniz vardır, son dönem araştırma konularımdan birisi de enformel toplu taşıma sistemleri üzerine; sosyal medyada bıkmadan paylaştığım minibüs arka yazılarından da bellidir eminim. Bu minvalde “güvenlik” meselesini tekrar düşünürken aklıma ilk gelen, Özgecan Aslan oldu.
Google’a sadece “minibüs, tecavüz” yazıp arattığınız zaman çıkan haberlerin sayısı ve içeriği sizi dehşete düşürmeye yeter. “Ukraynalı modele minibüste tecavüz,” “Halk otobüsünde tecavüz dehşeti,” “Minibüste tecavüz cezasız kalmadı”… diye devam ediyor haberler. Bir yerden bir yere gitmenin ya da gitmek istemenin bedeli bu kadar ağır olmamalı diye düşünüyor insan ister istemez. İstediğim zaman, istediğim yere kişisel güvenliğim ile ilgili korku ve kaygı duymadan hareket edemedikten sonra özgür müyüm gerçekten? Bunu sadece bir kadın olarak sormuyorum; bunu en başta bir vatandaş olarak soruyorum. İstanbul gibi bir şehirde, 24 saatin capcanlı yaşanabildiği bir sistemin kurgusu içerisinde, A noktasından B noktasına gitmek “tehlikeli” olabilir kaygısı taşımadan hareket edemiyorsanız, ne yaparsınız?
Sanırım doğal bir içgüdü olarak, “kapanırız,” “kapanırsınız.” Kapanmanın seviyeleri ve farklı yöntem/şekilleri var elbette. Bedenimi kapatmak, olduğum kişiyi “kapatmak,” yaşadığım alan sınırlarını “kapatmak,” sosyal çevremi “kapatmak”… Ben kapattıkça, siz kapattıkça, aramızdaki farklılıkları daha korkutucu görmeye, benzerliklerimize dair hiçbir ipucu bulamamaya, birbirimizden korkmaya başlamamız da sanırım bir tepki olarak ortaya çıkan bu içgüdü kadar doğal bir sonuç; tepkiye etki.
Müsaadenizle biraz bilimsel bulgulardan bahsedeyim. Kişisel güvenlik ile ilgili korku ve kaygıların seyahat tercihlerinde önemli etkenler olduğu uzun zamandır biliniyor (1). Belirli seyahat rotaları ya da duraklarının belirli zaman aralıklarında daha fazla ya da daha az tercih edilirliği kentte yaşayanlar tarafından şehir efsanesi-vari bir yöntemle bilinir ve bu durum kısır döngüsel bir etkime ile çalışır; belirli rotalar “tehlikeli” olduğu için kullanılmaz, bu rotalar kullanılmadıkları için ıssızlaşır, ıssızlaşan rotalar kentsel suçların görünmez kılınabileceği mekanlar halini alırlar…
2016’da Tandoğan ve İlhan tarafından yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, araştırmaya katılan kadınların %57’si özellikle akşam geç saatlerde ve yalnız yolculuk ederken metro durakları ve toplu taşıtlardan korktuklarını belirtmiş (2). Yolcuların güvenlik kaygılarının giderilmesi ya da azaltılmasını sağlayacak önlemler alındığında, toplu taşımaya olan talebin günlük zamansal dağılımının dengelenmesinin yanı sıra niceliksel olarak da artması beklenebilir. Keza, güvenlik kaygısı sebebiyle belirli güzergah ve zaman aralıklarında özel araç kullanmayı tercih etmek de bir çeşit “kapanma” yöntemidir. Size ait olan birkaç metrekarelik alan içerisinde, iki nokta arasında suç mağduru olma riskinizi en aza indirgeme yöntemlerinden birisi olan özel aracınıza kendinizi kapatmanızın bir üst seviyesi ise sanırım evinize/mahallenize/güvenlikli sitenize kapanmanız olacaktır.
Özel aracınız yok; özel araç kullanma ehliyetiniz yok; yaşınız ehliyete uygun değil vs. gibi sebeplerden bu alternatif de sizin için bir opsiyon olmaktan çıktığında, geriye kalan seçenekler ürkütücü:
1. “Bile bile” tehlikeye atılmak
2. Kapanmak
“Bile bile” tehlikeye atılmak ise, toplumsal olarak ciddi derecede ayrışmaya düştüğümüz bir konu. Sanırım pek çoğunuz “19 yaşındaki bir ‘kız’ gece 03:00’te Bağdat Caddesi’nde ne tür bir eğlenceden dönebilir?” başlıklı anketi esefle kınayarak hatırlıyorsunuzdur. Seçenekler arasında “canı sıkılmış ve yürüyüşe çıkmıştır,” “arkadaşlarıyla bara gitmiştir,” “sahilde sevgilisi ile bira içmiştir” seçeneklerinin olmaması ne kadar garipse, bu anket sonucunda ortaya çıkan iki zıt profil de bir o kadar garip; ama daha da önemlisi, ürkütücü.
Biraz daha sert bir şekilde tekrar kurgulayayım soruyu, çünkü eminim ki bu sorunun sorulmasının dahi abesle iştigal ettiğini düşünenlerinizin içerisinde şöyle düşünenler de olmuştur; “Bağdat Caddesi ya! Bir kadın Bağdat Caddesi’nde de mi yürüyemeyecek?” İşte bu kısım, problemin derinleştiği, sanırım hepimizin bilmesine rağmen “kapalılık” duygusunun bize “güven” verdiği gerçeğini en iyi ortaya koyan söylemlerden birisi.
Aslında bu, bu soruyu soran profile karşılık bir savunma mekanizması olarak, zihnimizde “güvenli bölgelerin” oluşturulması ve bu bölgelerin sınırları içerisinde de güvenliğimizin tecavüze uğramasının asla ve kat’a kabul edilemez olmasını içeriyor. O halde, cümleyi farklı şekilde kurarsak, Şamil İğde’nin söz konusu anketindeki saat, yaş, cinsiyet aynı kalmak suretiyle anket sorusunun sadece mekânsal bağlamını değiştirdiğimizde kaçınız için sorunun cevabı “e ama o zaman, o da oraya gitmeseydi!” olur?
Yukarıda bahsettiğim ikili kutuplu profildeki ayrışma ile birlikte güvenlik duygusunun yitirilmeye başladığı nokta tam da burada başlıyor. Esasen, bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu üzere, tasarıma dair belli başlı etmenler, mekan kullanıcıları açısından güvenlik ile ilgili kaygıların oluşmasında önemli rol oynar; bunların başında karanlık, ıssızlık, gözetimsizlik, bakımsızlık ve düşük çevre kalitesi gelir. Yöneticiler de bunun farkında; hatta baştaki ana sorunsala geri dönecek olursak, İBB bu konuda önemli bir adım da attı. Biz bunu Yan Yol’un “Ulaşımda gecekondu çözümleri” başlıklı 42. programında da duyurmuştuk; Nisan 2017 itibariyle 7 binin üzerinde minibüs ve taksi dolmuşa 28 bin güvenlik kamerası ile takip sistemi getirildi. Denetleme yetkisi ise İBB bünyesindeki UKOME ve İTK kurullarına verildi.
Fakat bu yazıda da anlatmaya çalıştığım üzere, aslında bizi tasarım ögeleri ve denetleme mekanizmasının zayıflığı değil, birbirimiz korkutuyoruz. Kapandıkça uzaklaşıyor, uzaklaştıkça korkuyor, korktukça daha da kapanıyoruz. Güvenlik kaygısı yaşanan bir kent, demokratik bir kent olamaz. Özel araçla yapılan yolculukların azaldığı, zihinsel “güvenlik bölgelerinin” yaratılıp efsaneleştirilerek kanıksanmadığı, farklılıkların tecavüz gerekçesi olarak meşrulaştırılmadığı, A noktasından B noktasına gitmenin en az gitmemek kadar bir tercih meselesi olduğu ve bu seyahatin nasıl ve hangi yöntemle yapılacağı ile ilgili alternatiflerden birinin bir diğerine göre daha “tehlikeli” olmadığı, açık ve açılmaya müsait bir kentte yaşayabilmek ümidiyle…
(1) Loukaitou-Sideris, A., ve C. Fink (2009). Addressing Women’s Fear of Victimization in Transpor tation Settings: A Survey of U.S. Transit Agencies. Urban Affairs Review, 554-587.
(2) Tandoğan, O. ve B.Ş. İlhan (2016). Fear of Crime in Public Spaces: From the View of Women Living in Cities. Procedia Engineering, 2011-2018.